Heykeli "put" sanarak (!) Atatürk heykeline saldırıda bulunan ahmaklara sormak lâzım... Bugüne kadar Atatürk heykellerine tapınmada bulunan ve bu heykelleri dinî bir kutsal ve ritüel kabul ederek, o heykellerden manevì bir yardım ve destek talebinde bulunanlara hiç rastladınız mı? Yine bu ahmaklara, Çanakale'de dikilen anıtsal heykel ve abideler, mehmetçiğe "put" diye tapınmak için değil, onların kahramanlık ruhununun ve hatıralarının yâd edilmeleri saikiyle dikildikleri sorulmalı ve anlatılmalı. Heykellerin, tapılan birer "put" değil, anıt niteliğindeki simgeler olduğu, kiraya verilmiş beyin ve paslı zihinlerine mütemâdiyen zerk edilmeli...
Heykel denilince Mikelanj' hatırlanır. Hayranlıkla seyredilen Musa heykeli, Davut heykeli ve paha biçilmez diğer heykellerine bakıldığında; heykeller, tapınma öznesi ve ögesi değil, insanlığa sunulan, kültürel ve estetik değerde, sanat abideleridir. Bu heykellere, san'at eseri olmalarının ötesinde bakılmaz ve hiç bir hıristiyan veya yahudi de "put" diye bir tapınmada bulunmaz...
Yani gittikçe artış gösteren Atatürk takıntılı bu densiz ve hadlerini bilmezlere sormak lâzım. Bir yabancıya, İlk kez portresini yaptıran Sultân Fatih, acaba puta mı (!) tapıyordu. Devlet dairelerine, ilk kez resmini astıran Sultân 2. Mahmut, acaba puta mı (!) tapıyordu? Bugün İstanbul Askerî Müze'de; at üstünde, Osmanlı'da ilk heykel olarak sergilenen ve kendisine ait bu heykeli yaptıran ve Newyork Özgürlük Heykeli'nin parasını ödeyen Sultân Abdülaziz, acaba puta mı (!) tapıyordu. Resim yapan ve resim san'atiyle ilgilenen Sultân Abdülmecit, acaba puta mı (!) tapıyordu? Yoksa bunlar hâlife değiller(!) miydi? Daha daha; neler neler?
Halbuki asıl tehlike; birer anıt ve san'at eserleri olan heykeller değil...Dinimizin her türlü yasaklayıcı emir ve buyruklarına rağmen; tamamen ilkel dönem; "pagan" ve "aminist"anlayış ve inançların tezâhürü olan ve rahmetli Yaşar Nuri'nin "gizli şirk" dediği "yatır" ve çoğu kim oldukları meçhul "türbeler"e adak ve dileklerde bulunarak, bez ve çaput bağlamak sorgulanmalı... Bizim gibi, fâni ve toprak olanlardan "şefaat" adına, yardım ve iyilikler dilenmek sorgulanmalı....
"Ben size, şah damarınızdan daha yakınım" ayetine rağmen; Allâh'a varmada,, önce şeyhin varlığında "fanâ-fih-i şeyh" olmada, yani onda yok olmada aranmalı....Ölünün kendisinı "gassal"a (ölü yikayıcı) teslim etmesi gibi, şeyhine kayıtsız ve sorgusuz itaatta ve teslimiyette aranmalı. Gözlerini kapayarak şeyhlerinin simâsını hayâl ve tasavur eden ve sözüm ona "râbıta" yapanlarda aranmalı...Peygâmberimizin ve Kur'anın mürşitliği haricinde; "Mürşidi olmayanın, mürşidi şeytandır" anlayışında olanlarda aranmalı.
Bu anlayışlardan hareketle; ülkemizi felâketlere sürükleyen Fetullahçı yapı ve benzerlerinde aranmalı.
"Benim nâçiz vücudum; elbet bir gün toprak olacaktır" diyen Atatürk'ten; bilmem ki ne ister bu yaratıklar?
Neyse ki bu meczûbun, aslında meczûp değil, ama yine de tutuklanması iyi olmuş.. Ülkemizdeki bu tür anlayışlar, maalesef, sakat bir öğretiden gelmekte..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.