Yakınlarda yayınlanan bir televizyon reklamında, her birinde dört oyuncunun olduğu iki sokak basketbolu takımı gösteriliyordu.
Görüntülerin üzerine konuşan ruhsuz bir ses, bunun bir ‘farkındalık’ testi olduğunu söylüyor ve beyaz formalı takımın attığı pasları saymamızı istiyordu.
Birisi ‘Başla!’ diye bağırıyor ve her iki takım da, sadece pas vermeyi ve etrafta koşup durmayı kapsıyor görünen tuhaf bir basketbol oynayarak topu birbirlerine atıp duruyorlardı.
Pasları saymak ustalık gerektiriyordu, ama televizyona zamkla yapışmış gibi otururken, kendimle gurur duyarak doğru sayıya ulaşmayı başardım.
Spiker ‘doğru sayı on üçtür’ dedi.
“Ama… Ay yürüyüşü yapan ayıyı gördünüz mü?
Ne?!
Film hızlıca geri sarılıyor ve az önce izlediğimiz oyun yeniden başlıyordu.
İşte oradaydı.
Oyuncuların arasında ayı kostümü giymiş, Michael Jackson’un meşhur ay yürüyüşünü vasat bir şekilde icra eden biri tam karşımda yürüyordu.
Gözden kaçırmıştım.
Diğerleri için konuşmak gerekirse, onlar da kaçırmışlardı.
Bu klip, bazı şeylere odaklanmakla (odaklandırılmakla) meşgulken diğer şeyleri gözden kaçırdığımıza dair mükemmel bir çalışmadır.
***
Beni oldukça etkileyen yukarıdaki harika tespit, gelecek bilimcisi Magnus Lindkvist‘in, ‘Trend Avcısı’ adlı kitabında yer alıyor.
***
Bilgi toplumunun konforlu ama karmaşık dünyasına adım attığımız yirmi birinci asrın ilk döneminde tam bir ‘enformasyon obezitesiyle’ karşı karşıyayız.
Gökten sağnak sağnak bilgi yağıyor. Birçoğumuz bu karışık, tasnif edilmemiş, işlenmemiş malumat çorbasıyla beynimizi şişirip duruyoruz.
Toplumun en çok bilenleriyle, en az bilenleri arasındaki makas giderek kapanıyor. “Enformasyon nadir, değerli ve sonlu olmaktan; bol, ücretsiz ve her şeyi kuşatan bir hale dönüşüyor.”
Bir makaleden not etmişim. ABD’deki ünlü ve ulaşılmaz tıp otoritelerinin karşısına googleden temin ettikleri tomar tomar internet çıktısıyla dikilen ukala hastalar, onların ‘beyaz önlükle özdeşleşen Tanrısal otoritelerini’ sarsmaya başlamışlar!
Daha durun bakalım. Bu iyi günlerimiz! Yirmi birinci yüzyılın ikinci yarısında internetten indirerek bir kitabı birkaç saniyede okumaya imkân verecek sinir ekme teknolojisi geliştirilecekmiş!
Harvard Üniversitesi’nin internet üzerinden geliştirdiği arama motorunun marifetlerini işitmişsinizdir. Üniversite’nin iddiasına göre Google, bu arama motoru tam anlamıyla devreye girdiğinde, Commodore 64 gibi kalacak.
Harvard’ın Wolfram Alpha adını verdiği program, çok ayrıntılı bilgiye ulaşmamızı sağlıyor. Bu program, karşılaştırmalı ve hesaplanması gereken bilgileri anında verebiliyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı gün Ankara’da hava nasıldı diye sorduğunuzda pat diye cevabını alabiliyorsunuz!
***
Demek ki geleceğin cahilleri, bilgiye ulaşamayanlar, üşengeçliklerinden kütüphaneye uğramayanlar değil; arakla yapıştır yapanlar, bilgiyi üretemeyenler olacak. Ve tabi analiz özürlüler…
***
Bilgi çağına işte bu pencerelerden de bakmamız gerekmiyor mu?
Hele de yüzde doksan beşinin evinde kütüphane bulunmayan bizim toplumumuzun ‘dijital kütüphane alerjisine’ karşı korunaklı hale getirilmesi lazım.
‘Beyinsel donanım ve yazılımlarımızın’ bu yenidünyaya göre yenilenmesi lazım.
Bu işin bir yönü…
***
Asıl önemli yön de şu;
Bazı şeylere odaklanmakla (odaklandırılmakla) meşgulken ‘esası’ kaçırmamak lazım…
Yani…
Ay yürüyüşü yapan ayıyı da gözden kaçırmamalıyız, atılan pasları saymaya odaklanmışken!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.