19. yüzyılda dünya kutuplaşmalara başlarken yükselen devletler, İngiltere, Fransa, Almanya, problemli olanlar; Osmanlı Devleti, Rusya, Avusturya -Macaristan imparatorluğu idi.
Emperyalist ve sömürgeci olan, deniz aşrı ülkelerin zenginliğini yiyen devletler; hasta adama, yani Osmanlı devletinin topraklarına, zengin petrol kaynaklarına göz dikmişlerdi. Osmanlı coğrafyası İngiliz, Fransız, Alam, Rus casuslarıyla doluydu.
Pertolel çalışan motorlu araçlar çoğaldıkça petrol gittikçe önem kazanıyor, “bir damla kan, bir damla petrole” eşdeğer tutuluyor, buna en büyük engel olan “Osmanlı Devleti yok edilmeli” fikri ağırlık kazanıyordu. Böylece bütün petrol sahaları, Alman, İngiliz ve Fransızlara kalacaktı.
Osmanlı geri kalmıştı, parçalanarak pay edilmeliydi. Çünkü petrole giden yol imparatorluğun yok edilmesine bağlıydı
Okuma-Yazma:
Dünyada bunlar olurken, Osmanlı devletinde durum ne idi. Devlet yönetimi sıkıntılıydı. Yönetici sınıf dünyayı kavramaktan uzak, adalet anlayışı kaybolmuş, okuma- yazma oranı düşük hatta kötü, Müslüman ahalide %0.6 civarında idi. Okullar, Medreseler görevlerini yapamıyor, çağa ayak uyduramıyordu. Toplam öğretmen sayısı 3000 civarında olup bunlarında 1500'ü Muallim Mektebi mezunuydu. Geriye kalanlar iptidai, rüştiye, idadi ve medrese çıkışlıydılar. İstanbul aydını; İstanbul’ un dışına çıkmamış, Anadolu’yu tanımıyordu. Onlar, İstanbul’un masalımsı ortamında nutuk çekiyorlardı.
Duyun-i Umumiye:
Ekonomik olarak bütün kaynaklarını, Duyunu Umumiye kontrol ediyor, gümrükler, madenler, limanlar, demiryolları, tekel ürünleri yabancıların elindeydi. Kapitülasyonlarla batılılar, milletin sırtına yapışıp, kene gibi kanını emiyordu. Osmanlı maliyesi, kuyumculuk ve sanat erbaplarının ekserisi gayri Müslim idi.
Sağlık durumu:
Hastaneler yok denecek seviyedeydi. Toplam 328 doktor,138 veteriner ve sayıları çok az olan eczacılar faaliyetlerini sürdürmekte bunlarda genellikle, Ermeni, Rum veya Yahudilerdi. Sağlık adına bir şey yoktu. İlaç ve benzeri gereçler bulunamıyordu.
Türk'üm Demekten Utanılıyordu:
Devletin yükünü çeken, Anadolu Türklüğü ise perişandı. Çaresizdi. Asırların verdiği yanlış bilgilere göre "Etrak-ı bi idrak’ti". Cephede kahraman, yönetimde yoktu. Bunun en güzel örneği Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa valisiyken bir köye geldiğinde yaşadığı olaydı. Paşa; bir kahveye uğrar. Kahvedekilere kimlerdensiniz şeklindeki soruya karşılık, aldığı cevaplar ilginçtir. Bir kısmı Ermeni, bir kısmı Rum, diğerleri Yahudi olduğunu söyler. Kenarda yaşlı aksakalı ihtiyar gözüne ilişir. Dede, siz kimlerdensiniz? diye sorar. Dede utangaç tavırla "beyim bende Türküm" der. Paşa sorar, niçin böyle sessiz konuştun der. Cevaben bilmem ki der. Paşa bende Türküm deyince ihtiyar ağlamağa başlar, ya öylemi! "Türk’ten paşa oluyormuş" diye hayretini belirtir.
Ordu Komutanları:
Ordu, meşrutiyetin ilanından sonra zayıflamış, yüzlerce komutan emekli edilmiş sonunda acıklı "Balkan Bozgunu" gelmişti. İstanbul muhacirlerle doluydu.
1914’lerde ordunun başına Alman komutanlar geçmiş, sonumuzu hazırlamışlardı. Liman Van Sanders, Golç Paşa, Şellendor Paşa, Amiral Souchon gibiler ordumuzu sevk ve idare eder olmuştur.
Anadolu Parçalanıyor:
Yokluk, kıtlık, içinde birinci dünya savaşına girilmişti. Osmanlı; Galiçyada, Kafkaslarda, Yemende, Süveyş’te, Çanakkale’de, Kutul Amere’de yiğitçe savaşmış, destanlar yazmıştı. Fakat Almanlar yenilince, Osmanlıda yenik sayılmış, iki milyondan fazla şehit verilmiş, 4-5 milyon kilometre kare toprağını kaybetmiş, perişan bir haldeydi.
"Talih zebun, düşman kavi, dostun olamadığı" anları yaşıyordu. Anadolu aç ve susuzdu. Tifo, tifüs kol geziyor, yetmezmiş gibi, Ermeni, Pontus ve Rum çeteleri, İngilizler, Fransızlar, Mandacılar, Anadolu’yu parçalama yolunda bir birleriyle yarışıyordu. Tek kelimeyle her şey, Türk milletinin aleyhine işliyordu.
Bunların geçici olduğuna inanan bir avuç inanmış insan; Gazi Mustafa Kemal'in etrafında toplanarak, emperyalist güçlerle dişe diş bir mücadele verdiler.
Cumhuriyet Yönetimi Kuruluyor:
Anadolu yorgundu. Bitkindi. Lakin bağımsız olmaya yeminliydi. Bu ortamda Mustafa Kemal ve arkadaşları Kurtuluş Savaşını başlatmış, Yunan'ı denize dökmüştü. Türk milleti artık millet olma şuuruna ermiş, sosyal, ekonomik ve askeri zorluklar aşılmış, Osmanlı İmparatorluğundan kalan borçlar ödenmeye başlamıştı. Yolu olmayan kasabaya yol, suyu olmayan şehre su götürülüyordu. Tüm bu yokluklar içinde Cumhuriyet kuruldu.
Yatlarda, Katlarda, Uçaklarda Geçmişi Eleştirmek:
Bugün kaloriferli dairede oturup, lüks arabalar sürerek, en iyi hastanede tedavi olan, uçakla yolculuk yapan, özel okullarda çocuklarını okutan, Bağdat caddesinde sürat yarışı yapan, lüks yatlarla denizlerde dolaşanlar ne olur 100 yıl öncesine gidin.! O zorlukları hayal edin. Anadolu insanını anlamaya çalışın. 5 kuruşunu, kurtuluş savaşına veren Mehmedi, çocuğu sırtında cepheye mermi taşıyan Ayşe nineyi, İki uçağı alıp orduya bağışlayan Erzurumlu Nafiz Kotan’ı hatırlayın. Ayakkabısız, aç, susuz savaşan Mehmetleri hatırlayın. 14 günde Afyon'dan yürüyerek İzmir’e ulaşan Kahraman Türk askerini hayal edin. O zaman belki Cumhuriyeti anlarsınız. Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının ne kadar zor bir işi başardıklarını anlarsınız. Evet, birazda Cumhuriyetin kuruluşunu düşünün!.
Ders Çıkarmak:
Elbette yapılanların hepsi iyi, güzel, doğru şeyler olmayabilir! Bu uğurda canlarda yakılmış, yuvalar yıkılmış olabilir, bize düşen bu olayları doğru anlamaktır.
Ne olur bir günde rahatınızdan fedakarlık ederek o zor günleri düşünün, okuyun ve hatırlayın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.