Dünya üzerinde küresel güce sahip ülkeler, gerek kendi topraklarında yaşayan topluluklara, gerek siyasi, ekonomik, kültürel alanlarda baskı altına almak istediği coğrafyalarda yeralan ülkelere karşı çeşitli stratejiler uyguluyor.
Ayrımcı uygulamalar, asimilasyon politikaları, farklı etnik grupların çatıçtırılması, temel özgürlük alanlarına yapılan hukuk dışı müdahaleler gibi pek çok yöntem, dünyanın dört bir tarafında uzun yıllardır uygulanıyor.
Bugün Çinin Doğu Türkistan bölgesindeki milyonlarca insan üzerindeki uygulamaları bunun en önemli örneklerinden biri konumunda bulunuyor. ÖRNEĞİN, Avrupa ülkeleri, üretime katkı sağlayan, ekonomik, sosyal ve kültürel canlılığın birer parçası olan, dünyanın farklı ülkelerinden gelerek kendi vatandaşı olan milyonlarca insana karşı uyguladığı yanlı politikalarla, dilinden düşürmediği barış, özgürlük, demokrasi gibi kavramlarla bağdaşmayan bir görüntü çiziyor..
Ortadoğu coğrafyasında 67 yılı aşkın süredir terör estiren İsrail, kendi sınırları olarak kabul ettiği bölgede yaşayan Filistinli Araplara karşı da benzer bir strateji uyguluyor. Bunun yanısıra, kendi vatandaşlarının birlikte yaşadıkları Araplara olan saldırgan tavrını da körükleyerek, kapsamlı bir sindirme hareketi yürütüyor. Benzer bir anlayışın kurbanı olan Doğu Türkistan bölgesi de, Çinin süper güç olma yolundaki stratejik hedefinden nasibini alıyor.
Bugün dünya üzerindeki pek çok ülkeden büyük bir yüzölçümüne sahip olan Sincar uygur Özerk Bölgesi, yüzyıllardır Çin devletinin sınırları içerisinde yer almasına karşın, çeşitli asimilasyon politikalarına ve ayrımcı uygulamalarına maruz kalıyor.
Devlet kendi gerçekleştirdiği bu hukuk dışı uygulamalarının yanısıra, asimilasyon ve sindirme politikaları çerçevesinde bölgeye yerleştirdiği Çinlileri de Uygur Türklerine kışkırtarak bölgede yaşanan şiddet ve terör olaylarının da hazırlayıcısı oluyor.Geçtiğimiz yıllarda pek çok örneğini gördüğümüz ve özellikle 2009 yılında ve bugünlerde Urumçi'de gerçekleşen olaylarla hafızalara kazınan bu politikalar, bir devletin kendi vatandaşlarına karşı hiçbir ayrım gözetmeksizin eşit davranması gerektiği noktasındaki evrensel kaidenin nasıl hiçe sayıldığını gözler önüne seriyor.
Çin'in 5 Temmuz 2009'da başlayan ve aylarca süren, tamamı sivil binlerce insanı katlettiği olaylar, uzun yıllardır devam eden şiddet ve asimilasyon politikalarının bir uzantısı konumundaydı. Benzer olayların gerek hükümet güçleri, gerek Uygur halkına karşı kışkırtılan Çinli sivil unsurlar tarafından sürekli tekrarlandığı ve her olayda çok sayıda can kaybının yaşandığını biliyoruz. Oysa dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, farklı ırk, din, mezhep yada dünya görüşü ne sahip insanların birarada barış içerisinde yaşaması, medeniyetin ilk ve en önemli şartıdır.
Kağıt üzerinde her bakımdan eşit kabul edilen vatandaşlar, doğuştan gelen farklılıklarına yada tercihlerine bağlı olarak ayrımcılığa ve adaletsizliğe maruz kalmamalı, bu farklılıklar toplumsal yaşamın canlılığını sağlayacak zenginlikler olarak kabul edilmelidir. Devletler, kendi topraklarındaki sözkonusu unsurlara karşı kuşatıcı olmalı, varoluş sebebi olan vatandaşlarına karşı eşit mesafe almalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.