Bu hafta fakirhaneye, Rahmetli Prof. Dr. Nihat Sami Banarlı’yı konuk edeceğim.
Üstadın uzun bir makalesinden bazı bölümler sunacağım sizlere… Sonra da, tahmin edeceğiniz gibi sözü getirip Erzurum’a bağlayacağım!
***
Rahmetli üstat, o güzelim Türkçesi ve tatlı üslubu ile bizi eski devirlere götürüyor ve diyor ki;
Oğuz Kağan\'ın ak saçlı aksakallı, uzun tecrübeli bir veziri vardı. Adı Uluğ Türk’dü... Uluğ Türk, uykusunda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay, gün doğusundan gün batısına kadar uzanmıştı. Üç gümüş ok da şimale uçuyordu.
Uluğ Türk, düşte gördüğünü hakanına anlattı ve dedi ki : \"Ey kağanım, sana hayat hayırlı olsun. Tanrı, düşümde gördüğümü gerçekte sana versin; bütün dünyayı senin soyuna bağışlasın.
Oğuz Kağan, Uluğ Türk\'ün sözünü ve öğüdünü dinledi; yurdunu Boz-oklar denilen Gün, Ay, Yıldız adlı büyük oğullarıyla, Üç oklar denilen Gök, Dağ, Deniz adlı küçük oğullarına böldü ve onları yeryüzünün doğusuna, batısına hâkim olmaya yolladı...
***
Son kısmını özetleyerek yazdığım bu çok eski Türk destanının, ruhça ve manaca bir tekrarı da Osmanlı destanlarında vardır.
Rüyasında Şeyh Edebali`nin göğsünden çıkan ve giderek hilal şeklini alan ayın bir ucunun, kendi göğsüne girdiğini ve rüyanın devamında ise, Şeyh ile kendi arasında çıkan bir ağacın büyüyerek çınar haline geldiğini gördü. Koca çınarın dalları üç kıtanın ve denizlerin ufkunu tutmuş, gölgesi altına almıştı.
Sultan Osman’ın malum rüyasını Şeyh Edebali\'ce nasıl yorumladığını ve sonrasını anlatmaya gerek var mı?
Bizim tarihimizde böyle rüyalar ve böyle rüya gibi vakalar çoktur. Osman\'ın rüyası, gerçekte Oğuz\'un rüyasıdır ve büyüklük, böyle rüyalar görebilir bir millet olmaktadır.
Böyle rüyalar, milletlerin temsilci kahramanları tarafından görülür; bunlar, milletlerin büyüme ve yükselme rüyalarıdır ki manalarında milletlerin idealleri, hülyaları, hedefleri ve felsefeleri vardır.
Vaktiyle Türk milleti böyle rüyalar gördüğü için dünyaya hâkim olmuştu.
Yine Oğuz Destanında:
\"Bu denizler, bu ırmaklar bize yetmez, daha deniz, daha ırmak istiyoruz. Yurdumuzu öylesine büyütelim ki gök kubbe ona çadır ve güneş bayrak olsun...\" gibi hitabeler duyulur.
***
Bu demektir ki milletler bir rüya görebildikleri ölçüde büyürler. Gerçi zamanımızda eski fetih rüyalarını görmeğe imkân yoktur. Fakat fetihler devri geçti diye idealler ve rüyalar devri de geçmiş olamaz.
***
Yeter ki fertlerin ve milletlerin büyüme ve yükselme emelleri sönmesin. Enerji tükenmesin. Bir millet, dünyayı fethe çıkmadan da kendi vatanında göstereceği kültür, sanat ve medeniyet yükselişleriyle dünyanın gönüllerini fethedebilir.
Nitekim batılı milletler, yıllarca ve yıllarca evvel, füzelerin ve fezaların rüyasını görmeseydiler bugün göklerin fethi mümkün olmazdı.
Biz, nice yıllardan beri çocuklarımıza hemen hiç rüya gördürmedik. Onları, rüya görmekten korkuttuk. Hedeflerimizdeki bilgisizlik, samimiyetsizlik ve ölçüsüzlük yüzünden hemen her ideal \"aşırılık\" kâbuslarına saptı.
***
Merhum Banarlı’dan alıntımız burada bitiyor.
Şimdi diyeceksiniz ki, bu rüyalı, hayalli, hülyalı bu alıntı nereden çıktı; neden icap etti? Haklı soru, lakin cevabı çoğunuz kestirdiniz!
Sözü getirip Erzurum’a bağlayacağımı yazının başında söylemiştim!
***
“Biz, nice yıllardan beri çocuklarımıza hemen hiç rüya gördürmedik.” Diyor ya merhum Banarlı…
Aziz ruhuna Fatihalar gönderip, kendisine hak verdiğimi belirtiyorum.
Millet, vatan, şehir rüyasızları uzun yıllar sayısal olarak çoğunluğu teşkil etti toplumda.
Eğitim sistemi maalesef “Gemisini kurtaran kaptanlar” fabrikasına dönüştü.
Bencil, kişisel çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen ‘iş bitirici’ tipler ön plana çıkar gibi oldular.
Ama bunlar elbette idealist insanlara engel teşkil edemezdi.
Edemedi de…
Hem ülkesi, hem şehri için rüyaları olan binlerce insan…
Ülkeleri için, şehirleri için…
Büyük rüyalar gördüler yıllardır, görmeye devam ediyorlar.
***
Siz bakmayın, gizli karıncalar ordusu gibi şehri için çalışanları küçümseyip, burun kıvıran karamsarlar mangasına…
Ülkeleri ve şehirleri için gönüllerinde büyük hudutlar çizen ‘laptoplu dadaşlar’; bitmez tükenmez hemşerilik enerjileri ile şehirlerinin şanlı hizmetkârı olmayı zevkle sürdürüyorlar.
Sayısı gün geçtikçe çoğalan “Erzurum için rüyası, hülyası, davası olan adamların” haykırışına kulak verin, bakın ne diyorlar;
\"Bu kalkınma düzeyi bize yetmez, bu rakamlar bizi kesmez; daha hizmet, daha fabrika, daha kış turizmi, daha ileri teknoloji istiyoruz. Şehrimizi öylesine büyütelim ki bölgede, ülkede, dünyada örnek gösterilsin…”
Bu da onların rüyası işte…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.