Mustafa Duman'ın Erzurum'a farklı bir bakışla ve yaklaşık 50 yıllık bir gözlemle kaleme aldığı tanıtım yazısı. Şehrin kuzeyi, birçok Erzurumlu'nun da duygularını okşayacak.
VESİLE
Hep arkadaş kaldığım, en eski arkadaşım Murat Avak, son dönemeçte beni geçmeseydi kaleme alınamayacak olan bu yazı ona ve onun şahsında şehrin kuzeyine ihtiram için yazılmıştır. Cenazesinde çocuklarına “Haysiyetin baba şekliyle tecessümü” olduğunu söyleyebildim. Çocuklarına söyleyemediklerimi ve kendisine söylemem artık mümkün olmayanları da bu yazıya sakladım.
ŞEHİRLE MÜNASEBET
Çocukluğu, ilk gençliği 50’li yılların sonlarında ve 60’lı yılların başlarında Umudum Karyesi ile Ilıca Nahiyesi’nde geçmiş birisi için şehir önce Erzurum’dur. Ortadaki “h”nin güzel ve izhar harflerinden olduğunu unutmadan, “i”nin de “e” şeklinde telaffuzu ile: Şeher.
Annenizin, hatıralar şubenize dahil olduğu andan itibaren içinizi titreten, çocukça masum “şehere göç” hayaline şahit olduğumuz günlerden başlayarak, aranızda muarefe olmadan onu bilirsiniz. Aranızda muhabbet olmadan onu seversiniz. Sonrasında gördüğünüz bütün şehirleri onunla kıyaslar ve reyinizi hep onun lehine kullanırsınız.
Siz büyürsünüz Erzurum da büyür. Siz yaşlanırsınız o yine büyür. Ömrünüzün onunla geçirdiğiniz yıllarının hiç birinde, ona dair her şeyi bulup, okuyup, araştırdığınız günler geceler dahil aranızda muarefe ve muhabbet hiçbir zaman olmaz. Siz de zamanla çalacak kapı bulamadığınız zalimane soğuk kış gecelerinin de yardımıyla “bilen”, “seven” olmaktan, “tanık” olmaya geçersiniz.
TANIKLIKTA İLK BEYANLAR
Ahmet Hamdi Tanpınar, üç kere geldiği şehre hiçbir seferinde kuzeyden girmemiştir. Seyyahlar, fatihler, işgalciler arasında da şehre kuzeyden giren yoktur. Rızık peşinde yollara düşmüş göçmenleri istisna ederek kuzeyin şehrin mahrem yönü olduğunu söyleyebiliriz.
Şehir ahalisinin hayatında ve mematında umumiyetle sırtı kuzeye dönüktür. Sırtının dönük olmadığı zamanlarda da o yöne yan bakar. Ayrıca, bu kış şehrinde kuzey her zaman daha sisli ve daha soğuktur.
FİZİKİ YÖNLERİYLE ŞEHİR
Şehrin doğusu tarihtir. Şehrin ve bir ölçüde ülkenin tarihi. Şehitliğin, tabyaların, kışlaların bulunduğu mevkidir. Fatihlerin, işgalcilerin, müdafilerin, mağlupların ve muzafferlerin ayak izini görürsünüz orada.
Şehrin güneyi heybettir. Esas olarak Palandöken’in temsil ettiği ve çoğu zaman ondan kaynaklanan bir heybet. Şehrin “eslemtü” dediği günden itibaren de Kıble istikameti. Şehrin edebiyatını besler.
Şehrin batısı medeniyettir. Merhum Akif’in “Tek dişi kalmış canavar” dediği cinsinden. Temeddüne değil, takallübe tekabül eden bir medeniyet. Grup inşaat faaliyetleri şümulünde Tekel Binası. Fünun dahil, millet için lüzumlu hiçbir şeyin darı olmayan, ovadan çalınarak kurulmuş üniversite. Bir heykel bir heykel daha…
Şehrin kuzeyi , asırlar boyunca şehrin hububat, sebze, meyve ihtiyacını karşılamış ve şehre dahil olamamıştır. Bostan, ova ve sazlıktır. Daha ilerisinde Umudum Baba, onun arkasında Kargapazarı Dağları silsilesi.
Şehrin istihkâr ve istizâf ihtiyacını karşıladığı dönemlerde de tren garı, mezbaha, hapishane… Tedaileri garip, İsmail Zebihullah ve Hz. Yusuf olan mekânlar.
Sazlık, şehrin aynı ihtiyacı şumulünde ve bir ıslah projesi çerçevesinde yok edilmiş, bostanlar tarih olmuş, ovanın büyük bölümü işgale uğramıştır.
MUHADREMİN
Cahiliye devrinde doğup “Leyletül kadr”dan sonra da yaşayanlara “muhadrem” deniliyor, onların “ikinci derece itibar olunan” şairleri için de kelimenin çoğulu kullanılıyor: Muhadremin.
İştirâk ettiğim kanaate göre, itibarlarındaki derece düşüklüğünün sebebi “eslemtü”den “amentü”ye geçememiş olmaları.
“Eslemtü”den “amentü”ye geçebilmek için ilk adımın, mübalağadan sakınma emrine riayet olduğunu hatırlatmam gerekir. Mübalağa cemiyetlerinin plastik sanatlara ilgisiz ve ritmik sanatlara düşkün olduğunu zaten biliyorsunuz.
ŞEHRİN TAMAMLANMIŞ HALİ
Fiziki olarak üç yönden mürettep şehre, mübalağacı ve mübalağası muhadreminden izler taşıyan bir ahaliyi yerleştirin. Şehir tamamlanmıştır ve tamamlanmış haline bakabiliriz.
Tarih menkîbeye çevrilmiştir.
Şehir üç defa Rus işgaline uğramamış, sınır en az 40 yıl Aras olmamıştır. Sivas’a, Yozgat’a, Amasya’ya kimse göç etmemiştir. Tehcir edilen Ermeniler’in emvali de metruk değildir, sırtlarında götürmüşlerdir.
Edirne’yi alan Enver’in niçin Fatih olmadığı da Erzurum’un bırakıldığı Karabekir Kazım’ın niçin Fatih olduğu da sorulmamıştır.
Şehrin mübalağa kabiliyeti istirdat ile fetih arasındaki farkı unutturuvermiştir.
Şehirde heybet tekebbüre döner ve şehir sürekli kibreder. Çoğu zaman kibrin malzemesini de kendisi temin eder. Setretmeye uzaktır ve aşikâr etmeyi hep mubah görür. Bu yaptığının, kibrin malzemesini temin babında en masum tezahür kabul edilebileceğini söyleyip, ötesini işaret etmiş olalım.
Edebiyatı çoğu zaman edepten uzaklaşır, bazen Gayretullah’a da dokunur hale gelir. Şehrin sekene-i aslisi kabul edilen Dadaş için, ezelinin ve ebedinin hak olduğu, mutlak kalacağı yolunda ifadeler kullanılır. Kıdem, bekâ, vahdaniyet mübalağaya fedâ edilmiştir.
Takallübe tekabül eden medeniyete de ancak taassupla müdâfaa edilebileceği muhakkak olan medeniyete de aynı mübalağa ile ve döneme bağlı olarak dost yahut düşman olunur.
Şehirde kendisini mübalağadan kurtarabilmiş yegane şeyin Kıble istikameti olması tesellimizdir ve ümit adına bir kırıntı varsa oradadır.
BEŞERİ KUZEY
Beşeri kuzey, tıpkı fiziki kuzey gibi şehre dahil edilmeyen ancak ihtiyaca binaen mevcudiyetine tahammül edilen insanların toplamını ifade eder. Şehrin kendilerine bakışı bakımından, fiziki kuzey ile aynı yerdedir. Haksızlığa ve gadre uğradığı halde, dağa çıkmayan nısf ve adelet talebidir ancak kuzeyi tarif için bu kadarı da yetmez. Bu tarife, mağduriyetlerini ve uğradıkları haksızlıkları “kefabillahi hasiba” idraki ile karşılayıp, sükûtu tercih ettiklerini de ilave etmemiz lazım.
Kuzey, mustazaftır fakat mustazaftan ibaret değildir. Mustazaftan istizaf karşısındaki sükûtu ile ayrılır.
Kuzeyi, “outcast” ile de karşılayamayız. Şehir, hiçbir zaman replik hakkı vermese de onun rolüne muhtaçtır.
Kuzey, şehrin “eslemtü” nârâsı karşısında sükût derecesinde bir “amentü”dür.
Palandöken heybeti karşısında Kargapazarı Dağları’nın mahviyeti… Şiir okuyanlara karşı Şuara Suresi’ni hıfza çalışanların gayreti…
TEBELLÜR
Kuzeyin hayatı sükûtla geçer, mematı ise zaten ebedi sükûttur. Öyleyse Rahman’a uğurladığımız son numunelerinin ağzından biz söyleyelim: Onlar bu şehrin doğusu, batısı ve güneyidirler. Biz şehrin kuzeyiyiz.
KUZEYİN İSTİKBALİ
Şehirde fiziki kuzeyin de beşeri kuzeyin de istikbali yoktur. Tükenecek, yok olacaklardır.
Daralmış bir ovadan ibaret fiziki kuzeyi, bostanların, sazlığın ve işgal edilen bölümlerinin akıbeti beklemektedir. İkinci üniversite, sanayi bölgeleri, asfalt yollar, havaalanı, depolar derken kuzeyin hududu, Umudum Baba’ya dayandı. Şehrin bugünkü gençleri muhtemelen kuzeyden sadece Kargapazarı Dağları silsilesini anlayacaklar. İki kuşak sonra şehrin kuzeyi hatırlanmayacak bile.
Kaç kişiden olduğu meçhul fakat pek az olduğu muhakkak beşeri kuzey de benim zafer saydığım garip ölümlerle pek az zaferden sonra sona erecek. Şehirde, yeniden bir beşeri kuzeyin teşekkülü ihtimali yok. Bu devrin mazlum ve mağdurları da mübalağacı ve zaman onlara daha çok mecra sunuyor. Şehir için kötü haber, istihkâr ve istizaf ihtiyacını tatmin için “kefabillahi hasiba” idrakine sahip mazlum ve mağdurlar bulamayacak olması.
TEMENNİ
Kuzeyin ölümlerinde kıraatı mutad olanlara ilaveten Şuara Suresi’ni de okuyup, hasıl olan sevabını ruhlarına hediye edelim. Hiç değilse biz, kendini layık olmadıkları zamanlarda da şehrin kuzeyinden hissedenler...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.