KAAN’A BURUN KIVIRMAK
Hava mevsimine göre yağmurlu, karlı, tipili. Ailece damı açık bir odada yaşamaya çalışıyorsun. Duvarların yontma taştan, temeller kalın demirli, kıvamında çimentodan atılmış olsa ne fayda?
Yerli hava savunma sistemin yoksa manzara budur! Ülkenin semaları, kara ve denizleri her türlü tehdide açıkken hür ve müstakil bir devlet olmaktan nasıl söz edebiliriz?
Savunma sistemlerinin yerliliği gündeme geldiğinde içimi burkan şu hadiseyi hatırlayıp tarifsiz bir üzüntüye gark oluyorum.
1963’te Türk Askeri’nin, Kıbrıs’a çıkarılması planlanıyordu, böylece adada yaşayan mazlum Türk halkı vahşi çetelerden korunacaktı. Ancak ABD bir mektup göndererek Türkiye’nin Kıbrıs’a gitmek için NATO silahlarını kullanamayacağını tehditkâr bir üslupla bildirmiş, hükümeti açıkça tehdit etmişti. Dönemin Başbakanı Demirel bu noktada acı bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalmıştı. Eksikliklerimizi ikmal etmemizin ardından zaferle sonuçlanan Kıbrıs zaferini gerçekleştirmiştik.
Yakın tarihe yelken açtık, haydi biraz daha eskiye gidelim.
İmal ettiği yerli silahlarla İstanbul’u fethederek çağ kapayıp çağ açan ecdadımız ne oldu da; Viyana kapılarından melül meyus geri döndü?
Sebepler çok, ancak galiba en önemli etkenlerden biri de savunma sanayiinde geri kalıp, günün ihtiyaçlarına cevap verebilecek silahlar geliştirmememizdi. Şahi misillu devrin etkili, ileri teknolojiye sahip yerli silahlar üretmeden sefere çıkana zafer müyesser olur muydu? Büyük zafere kadar olmadı işte.
Şu satırları Koca Sekbanbaşı’nın ‘“Hülasat-ül Kelam Fi Redd-il Avam”’ kitabından not etmişim.
Küffarın askeri tabur tabur olup bozulmamak için aheste beste alın alın gelürler ve topları markovidsaat gibi mücella (parlak) ve gülleleri (...)olmakla bir top bir dakikada tamam on iki kere doldurup atubdur.
İslam tarafından faraza bin adet tüfek atılıncaya kadar, küffar tarafından seksen bin salkım gülle ve kurşun yerden gelmekle buna dayanmak takat beşerden hariç oldu (insan gücünün ötesinde).
Nitekim asırlarca kudretimiz karşında titreyen yedi düvelin hasta adam diye halimizle dalga geçtiği sürece gelişimizde, el silahı ile zafer hayali kurmamızın payı çok büyük.
Şanlı kurtuluş savaşından sonra milletimiz, millî ordumuz için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı. Ordumuz, tüm zorluklara rağmen en iyi şekilde donatılmaya çalışıldı, dünyanın sayılı silahlı güçlerinden biri oldu.
Gök vatanın teknolojisi ileri, gözü keskin, cephanesi kavi bekçileri İHA ve SİHA’larımızı üretemediğimiz yıllarda ABD ve İsrail’in merhametine muhtaç olma zilletini yaşamadık mı? Teröristleri kıstırıyoruz, hava gücüne ihtiyaç var, amma, velakin yazılımın ucu puştun elinde.
Çok şükür o günler geride kaldı. Savunma sanayiimiz, vizyoner yöneticilerin sınırsız destekleri, fedakâr mühendislerin gayretleriyle tarih yazıyor. Kahraman ordumuz kendi sistemlerimizle semalarımızı hainlere dar ediyor, teröristleri keklik gibi avlıyor.
Daha üç beş sene önce acilen Patriot hava savunma sistemlerine ihtiyaç duyduk. Yıllardır sırtımızda taşıdığımız NATO, onun babası ABD kırmızı kartı gösteriverdi. Paramızla silah alamaz hale geldik, düşman uçaklara füze atamaz vaziyete düştük. Alternatif sistemlere yönelince de kıyametler koptu.
Çok şükür ilk yerli millî muharip 5’inci nesil uçağımız ilk uçuşunu gerçekleştirdi. Bu nazlı çelik kanatlı kuşun gökteki süzülüşünü seyrederken duyduğum heyecanı, gururu, mutluluğu anlatamam. Emeği geçen herkese dua ettim, canıgönülden avuçlarım çatlayıncaya kadar alkış vurdum. Artık ülkemin göğü yorgansız değil diye sevindim. Kahpe rüzgârlara artık nerden eserse es diye meydan okudum!
Bu millî sevince burun kıvıranlara gelince... İnanın hiç umursamıyorum, sadece "Allah ıslah etsin!" diye dua edip geçiyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.