Bugün, Erzurum için önemli bir gün ve tarih...Yüz yıl öncesinde, alınan hazin ve acı bir yenilgi ve bu yenilgi öncesinde, 'Ezurum Tabyaları'nda yaşanılan, destansî kahramanlıkların, yeniden sahnelendiği tarihî bir günün tekrarı... Halkımızın '93 Harbi', olarak adlandırdığı '1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı', Osmanlı'nın, tarihinde almış olduğu en büyük mağlubiyet ve imparatorluğun yıkımına giden ölümcül bir felâket...
Rus ordularının, Batı'da 'Ayestefenos' denilen bugünkü 'Yeşilköy'e dayandığı, Sultan Hamid'in, 'pay-ı tahtın' Bursa'ya taşınması hazırlıklarına başlatılması talimatını verdiği ve Kars'ın işgal edilerek, Rus ordusunun, 'Erzurum Tabyaları' önlerine kadar geldiği, neticede, Erzurum'un da işgali ile sonuçlanan ve telâfisi imkânsız toprak kayıplarının yaşandığı, hüzün verici, uğursuz bir savaş... Bu kanlı savaşta, '9 Kasım' sabahında, 'Nenehatun'unun kişiliğinde simgeleşen Erzurum halkının, kahraman askerlerimizle birlikte, Tabyalar'da, Rus birliklerine karşı verilen şanlı bir direnişin yıl dönümü...
Erzurum Kalkınma Vakfı (Ervak) öncülüğünde gündeme alınarak, uygulamaya konulan ve her yıl '9 Kasım' sabahında 'Tabyalar'a Yürüyüş' adı altında tekrarlanan, bir böyle güzel geleneğin oluşturulması, şüphesiz şehrin tarihsel hafızasının beslenmesinde ve milli şuurun teşekkülünde, takdir edilecek önemli bir gayret ve adım olmuştur. Kapalı salon ve mekânlarda tekrarlanan, 'seranomik' ve 'retorik' nutuklarla geçiştirilen klâsik törenlere bakıldığında, farkındalık yaratan canlı, samimi ve takdir edilecek, doğal ve tarihsel bir etkinlik...Hatta bu tür tarihî günler için, sahnelenebilecek eserlerin yazılması, 'teatrel üslûp' ve anlatımlarla tiyatro ve sinemalarda topluma ve geniş izleyici kitlelerine aktarılmasının, daha etkileyici ve kalıcı olacağı muhakkaktır
Anılmaların yapıldığı bu tarihî gün ve 'Erzurum Tabyaları'yla alakalı olması münasebetiyle, Edebiyatçı ve yazar 'İsmail Hâbib Sevük'ün', 1936 -1937'li yıllarda 'Yakın Doğu Diyârı'dediği ve Erzurum'un da dahil olduğu bölgelere yaptığı geziler sonucu, kaleme aldığı ve Erzurum üzerine, kesitler halinde sunulan tarihsel ve sosyo-kültürel değerlendirme ve tanımlamaların yanısıra, '93 Savaşı'nın hayattaki kahramanlarından olan; 'Yaşar Emmi', 'Nâme Kadın' ve 'Nenehatun' ile bire bir yapılan karşılıklı görüşmelerin yer aldığı, 'Yurttan Yazılar' isimli gezi türündeki eserin, 'Tabyalar'a Yürüyüş' günüyle irtibatlı olması nedeni ile tarihî günün ve Erzurum'un daha iyi anlaşılmasına, ışık tutacağına ve katkı sağlayacağına inanıyorum.
İlginç kıyaslamalardan, orjinal buluşlarlardan, geniş tarih kültüründen beslenen anlatımılarda bulunan, İsmail Hâbib Sevük; diğer eserlerinin yanında, gezi türünde de eserler vermiş değerli bir yazar, edebiyat tarihçisi, gazeteci, seyyah ve siyasetçi...'Yukarı Doğu Diyârı' başlığı altında, Erzurum'a ait tarihî bilgi ve tanımlamaların yekün bir yer tuttuğu 'Yurttan Yazılar' eseri, Evliya Çelebi ve Ahmet Hamdi Tanpınar'dan sonra, Erzurum insanının kişiliğininin kültürel kod ve tarihinin ön plana çıkarıldığı ve farklı değerlendirilme ve müstesnâ kavramsal anlatımların yer aldığı önemli bir kitap... Yer yer alınan anlatımlarla, Aziziye kahramanlıklarını yaratanların, geçmiş tarihî serüvenlerine bir yolculuk yapılmasını sağlayan ve günümüze farklı mesaj ve hatırlamaların yapılmasına imkân veren bir eser...
Yazar eserinde, Zigana'dan geçerek Erzurum'a vardığında, şehire ilişkin 'panoromik' bir bakış yapar ve sözü, '93 Savaşı'nın yil dönümünde, halkın bugün yürümekte olduğu, 'ErzurumTabyaları'na getirir. Binlerce amelenin ve hepsinden en kıymetlisinin, akın akın Erzurumlu gönüllülerin katılımıyla, Tabyalarıın yapımının, on yıl sürdürdüğünden bahisle, 'Erzurum halkı, o istihkâmları bir Kâbe yapar gibi yapmıştır.' ifadesiyle, Erzurum insanının inancına ilişkin, manevî ve kültürel derinliğı bulunan 'Kabe' teşbihiyle ve dinî bir motifle Tabyalarıın inşaatında gösterilen sabır ve gayreti izâh eder. Çanakkale şiirinde geçen, 'Bu taşındır diyerek Kabe'yi diksem başına' mısrasiyla, benzerlik ve paralellik kurularak ve telmih san'atına da atıf yapılarak, muhteşeml kavramsal bir tanımlama ve hatırlatmada bulunur...
Yazar eserinde, kendisine sorar: 'Nasıl, Erzurum mamur ve güzel mi? sorusuna, yine kendisi cevap verir. 'Bir Cümbüş yerinde değil, bir serhâd beldesindeyiz' der...'Şark tarafından ne vakit bir harp patlarsa, devlet hemen bağırırdı: Aman kahraman Erzurum! Amana zamana lüzum yok; madem ki kahramandır, balını yapan arı gibi, o da kahramanlığı yapacak... Kahraman her harpte yapacağını yaptı ve devlet harp bitince kahramanı unuttu. Kan akıtma, Erzurum en önde; imar etmek, Erzurum çok uzakta. Vatana olun borcun, hiç bir vakit sonu olmaz; fakat borcundan ziyade, Erzurum vatandan alacaklıdır.' ifâdeleriyle, Erzurumlu'nun vatan yolunda sergilediği duruş ve bakışı, öbür yandan ise, Erzurum'la işi biten devletin, umursamaz kayıtsız tavrı karşısında, şehrin 'hal' ve 'ihmâl'ine yönelik, sosyo-trajik tarihsel analizler yapar.
Yazar, 'Aziziye Hârikası ve Aziziye'nin Hâlâ Yaşayan Şahitleri' başlığı altında; sergilenen şeceât ve gösterilen kahramanlıkların, akıcı bir üslûpla yapılan tasvir ve ifâdelerden sonra, bu savaşta, hallkın zihin dünyasında 'menkibeleşen' destanları yaratanların, hayatta olan kahramanlarıyla, buluşmalarını ve aralarında geçen konuşmalarını anlatır...Hamallık yapan 'Yaşar Emmi' ile Toprağı eteklerinde fakir mahallerındeki bir evde oturan 'Nâme Kadın' ve 'Nenehatun' ile yapılan görüşmelerine yer vererek, tarihi konuşma ve hatıralarını dinler ve kayıt altına alır...'Yaşar Emmi', Erzurum Tabyaları'nda çalışmış ve 93 Harbi'nde savaşa katılan yüz on yaşında halinden memnun ve hamalık yapan bir kahramandır.
Yazar 'Yaşar Emmi' yi, orta yapılı, ne şişman, ne kuru, gözleri açık çakır, yüzü güleç, fakir giyinmiş, sevimli bir ihtiyar olduğunu anlatır. Madem ki, kendisi yaşının 97 olduğunu söylüyor, fakat diyemedim. Hâlâ saçlarında siyah var, dişleri bembeyaz, hem de yetmiş, seksen kiloyu sen misin demeden, sırtlayan ve askerliğini, Kaptan Mehmet Paşa fırkasındah yapan, Sultan Mecid'in cülûsunda 12 yasında olduğunu söyleyen ve hatırlayan biri... Şu halde, sen 97 değil, 110 yaşındasın dediğimde, 'Ne bileyim begüm, hesapta bir yanlışlık varsa siz düzeltiverin.'Yaşar Emmi, Cehennemi kanlı geceye hatırlıyor ve anlatıyor.' Biz halkla beraber Manialı kışlaya saldırıyoruz. Pencerelerden yağmur gibi kurşun yağıyor. Girmek için kapıyı zorlamaktan başka çare yok... Hep birden gülle gibi kapıya yüklendik. Artık içerdekileri sormayın.' Gülizar kadın' (Topal Gülizâr): Bulgur sahanlığı gibi bir taşı, çatal sakallı Moskof Paşası'nın başına öyle bir indiriş indirdi ki, adamcağız soluğunu, almadan cansız devrildi.'
Yazar, ikinci görüşmesini Nâme 'Kadın'la yapar ve Toprağı eteklerindeki fakir mahallede, 'Nâme Kadın'nın evini sora sora güçlükle bulduğunu ve Nâme Kadın'ı, kısa boylu, tıknaz, karagözlü, saçları kınalı ve kulakları biraz ağır işiten deryâdil (hoşgörülü ve müsamahakâr) bir kadın portresiyle tanımlar ve yaşını sorar..'Eh altmışını geçmişiz' der...Halbuki Aziziye vak'asında, bir kaç yıllık gelinmiş: Öyleyse sekseni asmışsınız dediğimde, 'Bak hele haberimiz olmamış, yıllar nasıl geçivermiş.' Ve direniş gecesini anlatır. 'Eli tutan herkes:Yaşlılar, genç kızlar, taze gelinler... Kimi sepetlerle ekmek taşıyor. Kiminin sırtında fişek Sandığı. Kimisi de bizim namusumuzu çiğnetmeyin diye erkeklere, yürek pekliği veriyor.' Kadınlardan silahlı olanlar yok muydu? 'Olmaz mı hiç' dedi ve bize 'Nenehatun'u gördünüz mü?' diye sordu.
'Nâme'yi arabalarına alarak Nenehatun'unun evine gittiklerini, Nenehatun'nun, uzun boylu, beyaz saçlı, gri gözlü, Asabi edâlı, yaman bir kadın..Yaşını nafile sormuşuz. 'O zaman yirmisinde gelindim, siz okumuş adamınız, şimdi kaçında olduğumu siz bulun!' Aziziye gecesinde, büyük kardeşi Hasan cepheden ağır yaralı olarak eve gelmiş, bir yandan yaralı bakarken, bir yandan iki üç aylık çocuğunu emzirmekte. Kardeşi o gece ölür. Sabaha karşı, minarelerden, 'Moskof Aziziye girdi' haykırışı başlayınca... Kardeşinin ölüsünün alnından öpüp, anda içer... Ve Nenehatun'u dinleyelim. 'Seni öldüreni öldüreceğim' diyerek ve emzikli çocuğunu Allah'a emanet ederek, kardeşinin silahını omuzladığı gibi, kalabalıklar beraber... Bu kadının kocası yüz on yaşındadır ve kızı inmelidir Kendisine biraz para verecek olduk: 'Parayı ne edeyim Efendi, bana bir iş bulun da, evdekilere bakayım' dedi. Yazar burada, bunlara iş bulmak değil, iş yaptırmak ayıp...gibi bir yaraya ve duyarsızlığa parmak basar...
Eserde, İsmail Hâbib Sebük tarafından, Erzurum'un tarihî ve mimari eserlerininin, devirlerde göre tasnifi yapılır ve mimari ve karakteristik özellikleri sıralanır... Erzurum'un folklorik kültürünün bir unsuru olan 'Erzurum Barları'ndan söz ederken, barlarda sergilenen oyunların isim ve figürleri, oyunların oynanmasındaki incelikleri ve oyuncuların sayısı ve dizilmiş şekline ve oyunların hikâyelerine kadar, geniş ve aydınlatıcı bilgiler verilir. Erzurum insanına 'dadaş' oynadıkları oyuna 'bar' denildiğini, 'dadaş' külhânbeyi' değil, 'kabadayıdır'der...'Dadaşlık' bir nevi mezhep gibi, bu mezhebin ibadetleri; 'iyi silâh kullanmak've 'güzel cirit oynamak..' Mezhepte en esaslı iki akide, 'kimseden korkmamak' ve 'kimseyi öldürmemek'... 'Korkmak büyük ayıp, öldürmek, ondan daha büyük ayıp gibi', nefis ve delikanlıca vasıflandırmalar yapılır...
İsmail Hâbib Sevük seyehâtinde, Ilıca'da bir ağaç gölgesinde, mühâcir olarak gitmiş olduğu Adana'dan geri dönen, 'Mezararkalı Mevlüt Ağa'ya, niçin döndüğünü soran Atatürk'e 'Paşam, İstanbul'daki ırzı kırıklar, bizim Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş...Geldim ki, görem, bu namertler, kimin malını kime veriyorlar.' sözleri karşısında, Atatürk'ün, yaşlı gözlerle arkadaşlarına dönerek, 'Bu milletle neler yapılmaz ki?' dediğine ait, tarihsel konuşmadan bahseder. Şehrin; ekonomik ve şehir ve insan hayatı hakkındaki, acı ama bir hakikati ifâde eden görüş ve düşüncelerinin ardından, Hasankale'ye hareket faslına geçmeden, Erzurum'un 'hal ü pürmelâli'yle, ekonomik ve sosyal hayatına ait şiirsel anlatımlı, şu acı tespitleri yapar.
'Transit çekildi, ticaret söndü, hayat durgulandı. Devlet meşgul, devâ müşkül, Erzurum uzak... Artık beldenin gündüzü ıssız, gecesi elektriksiz. ..ve şimdiki Erzurum, acı bir hakikat, İsmet Paşa, doğu gezisinde gördü ki, bu metruke içinde insanlar yaşıyorsa, 'su' ve 'hava' sayesindedir.' Erzurum'un hayatiyet bulmasını, su ve havaya bağlayan yazar; şâyet bugünleri görmüş ve yaşamış olsaydı, Erzurum'un havasının kirlilik bakımından belirlenen kriterler ve ölçümler üzerinden, ülkemizin en kirli şehri olduğunu; Çeşmelerinden akan duru, berrak ve içimi doyumsuz sularının ise, 'kokteyl sulara' dönüşerek, 'cennet ceşmesi' dahil, bu 'tarihî bulakların', öz kaynaklarına vedâ ederek, şehir şebekesine bağlandığını ve artık içilmeyen sular haline geldiğini, acı bir şekilde görür ve bir ihtimal, düşüncelerinden vaz geçer ve muhtemelen, yazısını da geri almış olurdu..
Evet! yazarın 'Yurttan Yazılar' eserinde Erzurum ve Erzurum kültür ve tarihine ait, özlü tespit ve değerlendirmelerinin ardından, sözü günümüz Erzurum'una getirdiğimizde, bir 'darb-ı mesel' haline gelen,'Erzurum vatandan alacaklıdır' doğru bir söz ve tarihsel bir tespit...Yazarın eserinde yer vererek, tasvir etmiş olduğu Erzurum'un, 'hal' ve 'ihmâl'nin, dünkü manzarasıyla, ayniyle benzerlik göstermese de, aynı halin, az-çok bugün de benzer bir manzarayla, devam edegeldiği gerçeğini, 'hamasî nutuk' ve 'marka şehir' ! sloganlarının ötesinde bir gözlem ve bakışla, yok sayıp, görmemezlikten gelemeyiz.
Erzurum'un, Türk tarihindeki yerine ilişkin, 'Erzurum vatandan alacaklıdır' gibi, ölümsüz tarihî sözler, hiç şüphe yok ki, Erzurum ve Erzurum insanına haklı olarak biçilen, tarihî bir 'nam' ve 'şereftir'. Devletimizi yönetenlerlerce, dün-bugün, olumlu yatırımlar ve temel alt yapı hizmetleri, yapılmakla birlikte; söylemekte beis yok...Sosyal gelişmişlik ve iktisadî alanda, Erzurum, kültürel- ekonomik ve gümrük gelirli marka bir şehir iken, her nedense, tarihsel ve kültürel misyonunundan uzaklaşarak, göç veren, ekonomisi zayıflayan, entellektüel birikimini koruyamayan, irtifâ kaydeden ve hızla şıradanlaşmaya sürüklenen, bir şehir olma yolunda...Burada suçlu ararken, 'Çuvaldızı önce kendimize batıralım.' Erzurum açısından, sosyo-ekonomik olarak, irdelenmesi gereken bir husus...
İsmet Paşa'nın, bütün Doğu illerini kapsayan gezisi sonucunda; 1935'li yıllarda devlete sunduğu 'Doğu Raporu'nda, özetle, 'Erzurum kalkınmasını, az senelerde temin edebilirsek, şimalde hududa karşı ve içeride bölücülüğe karşı, sağlam bir Türk merkezini yeniden kurmuş oluruz' tespiti; Erzurum'un, ülkemiz ve coğrafyamızın korunması açısından, ne kadar önem arzet etmiş olduğu hususunda, yıllar öncesinden devlet adına yapılmış ciddi bir uyarı...Bu uyarı ve tesbitler kulak ardı edilemez...
İsmail Hâbib Sevük'ün, doyumsuz bir anlatımla, hikâyemsi ve akıcı bir üslüpla; seyehât etmiş olduğu yerleri kaleme alan, 'Yurttan Yazılar' ve 'Tuna'dan Batıya' isimli iki gezi eserinin, her okur tarafından; 'Yurttan Yazılar' eserinin ise, Erzurum üzerine kafa yoranların, mutlaka okuması gereken nefis bir eser ve bilgi kaynağı...
Bu tarihî günde, bütün şehitlerimizi ve kahramanlarımızı, rahmetle anıyorum...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.