Bugün İstiklâl Marşı'mızın kabul edilişinin ve aynı zamanda, Erzurum'un kurtulu'şunun yıl dönümümleri. Sonuçları itibariyle, son yüz yıldaki millî varlığımızı ve yürüyüşümüzü, hayati derecede etkileyen iki önemli ve mutlu gelişmenin yaşanıldığı tarihler. Erzurum, 12 Mart 1918'de, düşmandan arındırılmasının ardından, kurtulaşa giden yolun açıldığı ilk kilometre taşı ve Anadolu'nun ikinci kez vatan oluşunun, zemin ve mekânın oluşturulduğu kutlu şehir. Mehmet Kaplan'ın "İstanbul'da ahaliyi, Erzurumda ise, milleti gördüm."dediği kadim Türk şehri...
Tarihçi İsmail Habib Sevük, Erzurum'u Türk'ün bin yıllık kültürünü, kendi coğrafyası ile birleştiren ve önemli bir tarihî misyonun sahibi bir şehir olduğunu ifade ederken, "Borçların en büyüğü vatan borcudur. Fakat, vatan Erzurum'a çok şey borçludur." sözleriyle de, anlamlandırdığı ve taçlandırdığı şehir... Bin yıllık Anadolu tarihimizin ilk mekânı olarak kadem bastığımız ve İlk Türk Beyliği'ne ev sahipliği yapan şehrimizin, tarihimizde yüklendiği görev ve misyonunu, yaşadığı üzüntü ve kederleri, bu tarihî günde, bir de Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Beş Şehir" isimli mükemmel ve klâsikleşen eserinden okuyalım. "Hiç bir yerde, memleketin Birinci Cihân Harbin'de geçirdiği tecrübenin acılığı, burada olduğu kadar vuzühla (açıklıkla) görülemezdi. Bu, eski ressamların tasvir etmekten hoşlandığı şekilde, ölümün zaferi idi. Dört yıl bu dağlarda, kurtlara insan etinden ziyafetler çekilmiş, ölüm her yana dolu dizgin saldırmış, seçmeden avlamıştı. Uğursuz tırpan, durmadan bir saat rakkası gibi işlemiş, rast geldiği her şeyi biçmişti.
Bununla beraber, nüfusu altmış binden sekiz bine inen Erzurum, Millı Mücâdeleye ön ayak olmuş, Ermenistan zaferini idrâk etmiş, yavaş yavaş, sağ kalan hemşehrilerini toplamaya başlamıştı. Erzurum Türk tarihine, Türk coğrafyasına, 1945 metreden bakarken, kalesine çıktığımda vatana çatısından bakar gibiydim. Malazgirt zaferinin açtığı gedikten, yeni vatana giren atalarımızın ilk fethettikleri büyük merkezî şehirlerden birisidir.
Tarihimizin ikinci dönümün yerinde, Millî Mücâdelenin ilk temeli, gene Erzurum'dan atılır. Her şeye rağmen hür, müstakil yaşamak iradesi, ilkin bu kartal yuvasında kanatlanır. Atatürk, Erzurum'dan işe başlar. Tıpki ilk fatihler gibi, oradan Anadolu'nun içine doğru yürür. Ordan başlayarak yurdumuzu, milletimizin tarihî hakları adına yeniden fethederiz."derken, adetâ Erzurum için söylenebilecek sözlerin bittiği yeri, Erzurum'a panoramik bir bakışla işaret ederken, İşte, buğün böylesine bir şehrin kurtuluş sevincinin idrâkini yaşıyoruz.
Millî Mücadelenin en netâmeli dönemidir. Düşman orduları Anadolu'nu içlerine doğru ilerlemektedir. Böylesi bir iklimde, dönemin Maarif Vekâleti,nce; milletimizin ümit ve duygularını terennüm edebilecek, oluşan bedbinliğin giderilmesini sağlayabilecek, bağımsızlık anlayış ve iradesini harekete geçirebilecek ve yine, halkımızı top yekün Millî Mücadeleye kanalize edebilcek bir Millî Marş'ın yazılması için ülke genelinde yarışma açılmasına karar verilmiş. Yarışma ilânın da ise, birinci olacak şiir için 500 lira mükâfat verileceği yer almış, yarışmaya 724 eser katılmış, fakat Şair-Âzam Hamid'in "Canakkale Şehitleri, bir şiir abidesidir."dediği görkemli ve destansî eserin müellifi nedense bu yarışmaya katılmamıştır. O'nun yarışmaya katılmama sebebi, konulan maddî mükâfattan geldiği anlaşılacaktir. Arzu edilen şiirin yazılması israrında bulunanlara ise, Akif'in cevabı son derece manidâr olacaktır. "Milletimin kurtuluş müjdesini verecek, imânını terennüm edecek eseri, parayla yazacak karekterde değilim." Nihayet, para konusunun çözümleneceği teminatının verilmesiyle şiiri yazmaya ikna edilir.
Âkif, Taceddin Dergâh'nda bir iki gece sabahlar ve hâsılı adetâ binlerce yıllık tarihimizin özeti niteliğindeki şiiri tamamlayarak Bakanlığa intikal ettirir. 724 şiir arasından elenerek seçilen 7 şiirden en güzel ve mükemmeli olarak, 1 Mart 1921 Cumartesi günü, Hamdullah Suphi tarafından okunur ve milletvekillerin alkışlarıyla karşılanır. Kırşehir milletvekili Müfit Efendi'nin şiirin bir kez daha okunması teklifiyle ve milletvekillerin ayakta alkışlarıyla, 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45' te "Millî Marş" olarak kabul edilir. 10 kıt'a, 41 mısradan oluşan 263 kelimeyle nakışlanan, abidevî bir şiirdir. Gerek şekil ve gerekse muhteva özellikleriyle, edebiyatımızı bütün şiirsel özelliklerini özünde barındıran farklı bir metindir. Edebî san'atların, dinî ve millî motiflerin kullanıldığı, edebî seslendirilmelerin yapıldığı, millî ve dini coşkunlukla yazılan zirve bir şiir olup, milletimizin kahramanlık destanıdır. Marş olarak kabul edildiği günden, bugüne kadar tekrarlanarak okunan şiir, millî ve üniter devletimizin simgesi olarak da, Anayasada değiştirilemeyecek maddeler arasında yer alan millî bir ant olmuş.
İstiklâl Marşı'nı yazan Âkif, "Hayatı boyunca yoksul yaşadı, fakat elinde imkân varken, asla yolsuz yaşamadı." devlet ü ikbâl peşinden koşmadı. Marş için konulan ve hakkı olan parayı, Ankara soğuğunda paltosuz gezdiği halde, yoksula dağıtılsın diyerek, Kızılay'a bağışladı. "Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırtmasın." diyerek ve " Bu eser benim değil milletimindir." sözleriyle de Marş şiirini Safahat adlı eserine de almadı. Ülkemizde tüm millî kavramların anlamsızlaştırılarak tartışıldığı, hayin bir biçak misâlî böğrümüze saplanan gelişmelerin realize edilmeye çalışıldıgı süreçte, İstiklâl Marşı'mıza da sağda ve solda çeşitli kimlikler adı altında itirazlar, hattâ "Millî-üniter devletin sesidir ve kaldırılmalıdır." türünden kepâzelikler sergilenmektedir. Marş'ın "korkma" kelimesiyle başlamış olması, "Türk" kavramının yer almaması, "Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" ve "ırkım" gibi, kelimelerin kullanılmış olması gibi, soruların cevapları bilindiği halde, Türk'ün değerlerine saldırmayı ilke edinen "şer ittifakı" nın saçma-sapan "lâf u güzâf" türünden saçmalıkları ve saldırıları artarak devam etmektedir.
İstiklâl Marşı'mıza getirilen itirazladan, "Türk" kavramının kullanılmamasına ilişkin, kısa ve öz bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Âkif gibi büyük ve erdemli bir insanın, Türk kavramına karşı olduğunu söylebilmek için, en hafif tabiriyle abesle iştigal etmek veya ahmak olmak icabeder. Âkif etnik milliyetçilik ve kavmiyetçiliğin ötesinde, sosyolojik, kültürel ve hukuki anlamda kendisini daima, Türk milletine mensubiyet şuuru içinde görmüş ve öyle dillendirmiştir. Zaten, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, ortak kültürel, sosyolojik ve hukukî degerlerde buluşan insanların birlikteliği, aynı millete mensubiyeti ifade eder. ülkemizde de kültür ve ortak tarih ve bitlikte yaşama irade ve eksenine oturtulan ve halkımzın tamamını kucaklayan bir milliyetçilik söz konusudur. Türkiyelilik nereli olduğumuzun cevabı olup, kim olduğumuzun cevabı değildir. Kim olduğumuzun cevabı, Türklük ve Türk milletine mensubu olmaktır. Denilenin aksine, İstiklâl Marş'ında Türk kelimesi geçmese de, Türk'ün mânâsı, ideali, kaygısı, millî değerleri, tarihi, vatanı, hür ve bağısız yaşama arzusu, velhasıl her şeyi vardır. Zaten Marş, kendi usûbuyla, apaçık bir şekilde Türk'ü ve Türk milletini anlatır. Âkif'i sever gibi, görünen bazı siyasiler ile dindar geçinen, ama etnik şövenistlerle ittifak halinde, Türk milleti kavramına karşı çikan yazar-cizerler, millet kavramını coğrafî bir tanımlamayla Türkiyelilik kavramını oturtmaya çalışırken, Âkif ise, Türk'ten bahseder. Ordu'nunun Duası şiirinde; "Türk eriyiz silsilemiz kahraman / Müslümanız, Hakk'a tapan müslüman. Yine,İstiklâl Marşı'nda geçen "ırkım" kelimesiyle de Türk milletini kastettiği ortadadır. O'nun, "Sözü sağlam, özü sağlam adam ol, ırkına çek." mısralarında, seslenerek tasavvur ettiği ve istediği gençlik her halde Arnavut olmak veya Arapçılık değil, tamamen Türklüğü ve Türk milletini işaret ettiği gayet açıktır.
Ankara'da marş için beste yarışması açılır ve beste yarışmasında, bestelenecek mısraların tesbiti komisyon kurulur. Komisyonun tercih etmiş olduğu mısralara itiraz eden Atatürk, ansızın gelir ve toplantıya katılır. Orada yapmış olduğu konuşma, son derece önemli ve takdire şayandır. "Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır, inkılâbımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak, ne de unutturmamak lâzımdır. İstiklâl davamızı anlatması bakımından büyük bir mânâsı olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim, bu milletten asla unutulmamasını istediğim mısralar şunlardır" der ve mısraları okur. " Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet / Hakkıdır Hakk'a tapan milletin istiklâl." Âkif üzerinden Atatürk'e vurmayı hedefleyen şer ittifakının ve devşirme zihniyetinin beyhûde gayretlerine, bu satırlar en büyük tokat olsa gerek.
Ufukta zafer görünmezken, " Doğacaktır sana vadettiği günlerı Hakk'ın / Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın." diyerek kurtuluşu müjdeleyen Âkif', Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terkedilemez." iradesiyle, karamsarlığı gideren ümit ve mutlak zaferi telkin eden Atatürk' ve Erzurum'un kurtuluşunu gerçekleştiren Kâzim Karabekir Paşa dahil, vatan fedekârlığında bulunan, tüm kahraman ve şehitlerimize rahmet diliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.