Kişi değiştirmeye güç yetiremiyeceği bir münkeri (sakıncalı eylemi) görünce, Allah’a o eylemi münkir olduğunu, yani asla hoşlanmadığını bildirmesi, onu kurtarmaya yeter.
‘’Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.’’
Herkes her durumda bu hadisi kendine göre yorumlayamaz.
Mesela, yolda bir kötülük görsek, onu elimizle düzeltmeye kalksak ve dayak atsak, o adam da davacı olsa, bu durumda bize de ceza tatbik edilir. Öyleyse hadisi şerifin manasını nasıl anlamalıyız?
El ile düzeltmek, vazifeli insanların, yani devletin ve emniyetin görevi; dil ile düzeltmek, âlimlerin ve konu hakkında bilgisi olan ilim ehlinin vazifesi; kalben buğz etmek ise diğerlerinindir.
Toplumumuzda öyle durumlar meydana gelmeye başladı ki kişisel olarak kalben buğzedip yapılan kötülüğün mesuliyetinden kurtaramayacağımızı düşünenlerdenim.
İslam ümmeti olarak bizler kutlu bir dava olan ‘’Allah’ın Hak Davasını’’ dünyaya hakim kılmak için mücadele veren birer neferiz.
Ancak şunu iyi biliyoruz ki biz insanoğlunda dava duygusu ve bilinci bittiği an nefis, enaniyet ve menfaat duygusu başlar.
İşte bugün benim temas etmek istediğim hususta günümüz toplumunun en büyük hastalığı olan enaniyet yani benlik hastalığıdır.
Bilelim ki makamlar ve mevkiler dünya makamıdır.
Gelip geçicidir. Fazla aldanmamak gerekir.
‘Bâki kalacak olan bu kubbede hoş bir sadâ bırakmaktır.’
Verilen makam ve unvanların birer imtihan vesilesi olduğunu idrak edebilmek ve ona göre değerlendirmek gerekir.
Aksi davranışlarda bulunmak iffetinizi ve izzetinizi kaybettireceği gibi hem dünya hem de ahiretinizi zelil eder.
Bakınız hepimiz ailemizden, akrabamızdan, komşumuzdan yada toplum içerisinden ebedi aleme göç eyleyen birisinin cenaze namazına mutlaka mutlaka katılmışızdır.
Orada yaşanan bir hadiseye dikkatinizi çekmek istiyorum.
Ölen kişi bilmem ne bakanı, bilmem ne kuruluşunun başkanı, bilmem nerenin ağası, bilmem ne paşası falan filan bunlardan birisi, yani üst düzey biri, toplumda saygınlığı olan makam, mevki unvan ne derseniz deyin hepsi var zatı muhteremde.
Size birisi haber verdi. Falan kişi vefat etmiş.
Aldınız haberi hemen hazırlık yapıp.
Gittiniz.
Toplanmış kalabalığa selam verdiniz.
Ve sorularınız başladı.
Cenaze nerede?
Cenaze nerede yıkanacak?
Cenaze namazı hangi camii de kılınacak?
Cenaze nereye defnedilecek?
Yahu arkadaş bu cenazenin bir ismi, bir unvanı ve makamı vardı.
Ne oldu?
Bakın; ADAMIN İSMİ CİSMİ ANILMAZ OLDU
Derken namaz kılındı ve Hoca Efendi sormaya başladı.
Mevtayı nasıl bilir siniz?
Mevtadan razı mısınız?
Mevtanın ruhuna El-Fatiha..
Gördünüz mü?
Hoca Efendide anmaz oldu.
Adını unvanını, makamını, mevkiini.
Ne oldu?
Hani sen bilmem ne bakanı, bilmem ne kuruluşunun başkanı, bilmem nerenin ağası, bilmem ne paşası toplumda saygınlığı olan makam, mevki unvan hepsinin sahibi idin.
Ne oldu?
Bir anda hepsi kayboldu.
Demek ki dünyalık bütün makamlar, unvanlar, şanlar, şöhretler neyin var ise hepsi daha dünyadan ebediyete ruhun göçer göçmez, bedenin toprağa konulmadan bile artık anılmaz oldu.
Aradığınız kişiye ulaşılamıyor.
Bitti.
Kaldın iki metre kefenle, bir buçuk metre derinliğinde, bir metre genişliğinde toprakla başbaşa.
Demek ki hepsi geçici dünya hevesleri imiş.
Önemli olan dünyada verilen makam, unvan, mevki her ne verildi ise onların gelip geçişi olduğunu ve size verilen birer imtihan vesilesi olduğunu idrak edebilmekmiş.
Rabbim son zamanlarda toplum içerisinde iyice tavan yapan bu benlik hastalığı yüzünden enaniyet denizinde boğulmadan, idrakine varanlardan eylesin.
Hz. Mevlana’nın buyurduğu gibi
‘’Topraktan geldik toprağa gideceğiz. Mühim olan, çamurlaşmamak...’’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.