Söz dediğin kantar; insanı tartar
Doğru konuşursan şerefin artar
Sükût eder isen; vakarın artar
Yalan söyler isen; ocağın batar
Naim Hoca'nın sıklıkla okuduğu dörtlük...
Erzurum'un ve ülkemizin adetâ efsâne ismi haline gelen ve çok sevilen, ziyâdesiyle itibar edilen şahsiyetlerinden Naim Hoca'nın ölümünün on beşinci yıl dönümünde; kendisini bir kez daha minnet, şükrân ve rahmetle anıyoruz. Zemheri ve karakış aylarının habercisi soğukların, kendisini hissettirmeye başladığı Erzurum'un soğuk bir "güz" gününde; yani 13 Ekim 1999 gününün sabahında; ardında unutulmayacak hatıralarla ve adetâ "Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal" misâli nice hoş sâdâlar ve güzellikler bırakarak; "fani âlem"den göçerek dünya hayatına vedâ etti. Ölümünün yıldönümünde; O'nu her geçen gün daha da özlüyor, yokluğunu; ruhumuzun ve benliğimizin derinliklerinde duyuyor ve hissediyoruz.
Vefâtından bir yıl önce; merhum Haydar Aliyev'in tâlebiyle; Diyanet İşleri Başkanlığı'ca yaptırılacak cami ve Din Ağırlıklı Lise'nin temelini atmak üzere; dâvetli olarak sayın Yılmaz ile birlikte Nahçivan'a gitmişlerdi. Sayın Yılmaz'ın anlatımıyla, açılışâ da beraber katılacaklardı. Ancak; açılışa katılmak kendisine nâsip olmadı. Zira; Naim Hoca o gün ve tarihte kendisini ölüme götürecek ve dönüşü olmayan muzdârip rahatsızlığı nedeniyle hastahanede yatmaktadır. Nitekim; ölüm haberi Nahçivan'a ayak bastıkları saatlerde kendilerine ulaştırılır. Açılışın hemen ardından cenâzesine iştirâk etmek üzere apar-topar Erzurum'a dönüş yapılır.
Hoca'mızın Cenâze namazına; askerî ve mülkî kurumların en üst yetkilileri ile çok az ve ender görülebilen yoğun bir halk katılımının oluşturduğu cemaat ve her fâniye nâsip olmayacak mahşerî kalabalık katılmıştı. Sanırım böylesine bir katılım; kendisine karşı duyulan samimi bir saygı ve sevgi selinin tezâhüründen başka bir şey değildi. Cenâze namazını; bir ömür boyu bir ve beraber olmuş, bir araya geldiklerinde aralarında nefis sohbet ve şakalaşmaların yaşandığı, en yakın dostu ve arkadaşı; dönemin Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Nuri Yılmaz tarafından kıldırılarak, ebedî ve uhrevî yolculuğuna uğurlanmıştı. Sayın Yılmaz kadim dostunun cenâze namazını kıldırarak; O'na karşı yapılacak son bir görevini de böylece ifâ etmişti.
Naim Hoca ile başlayan hukukumuz, Milli Eğitim Müdür Yardımcısı olduğum 1977'li yıllara dayanmaktadır. O dönemlerde; Atatürk Lisesi Müdürü ve daha sonraki yıllarda İl Kültür Müdürlüğü görevlerinde; bilgi ve kişiyliğiyle temâyüz eden Bilâl Üngan ile kendisini sıklıkla ziyâret eder, sohbetlerinden istifâde ederdik. Kendisiyle var olan hukukumuz; Milli Eğitim Müdürlüğü dönemimde giderek daha da ileri boyutlara taşındı. Hüsn-ü teveccüh gösterek; o has üslûp ve tavrıyla; bana "Hazret-i müdür" Bilâl Bey' de "Hazret-i Bilâl" şeklinde hitâpta bulunurdu.
Aramızda, "ünsiyet" derecesinde yakınlaştırıcı böylesine bir dostluğun kurulmuş olması ise; her ikimizin de şiire olan ilgisi ve sevgisiydi. Kendisinin özellikle; Alvarlı Efe'nin Divânı'nın adetâ hâfızı oluşu; Tekke -Tasavvuf ve halk şiirine alabidiğine mukemmel vukufiyeti ve başta Fuzûlî olmak üzere Divân şiirine ilgisi; benim de başta Divân şiiri olmak üzere; Türk şiirine yatkınlığım; O'nun tabir ve ifâdesiyle aramızdaki muhabbetin oluşmasına vesile oldu. Böylece de yıllara uzanan bir beraberlik ve arkadaşlıkla; kendisini daha da yakından tanıma fırsatını verdi. O'nun "muhabbet" dediği şey şiir okumak ve sohbet etmekti. " Ola; muhabbeti olmayanın adamlığından ne çıkar" en çok kullandığı sözlerlerdendi. Kendisinin şiir okumasından ziyâde; daha çok bana şiir okutmaktan ve dinlemekten büyük bir keyif ve haz alırdı.
Türk kamuoyu; O'nu ve ismini ilk kez PKK terör örgütünün 30 Ekim 1993'te Pasinler'in Çiçekli köyünde gerçekleştirdiği; aralarında Alvarlı Efe'nin torunlarının da bulunduğu altı kişinin katledilmesi olayı ile duydu. Şehirde oluşan tepki neticesinde; İnfiale kapılan öfkeli binlece insan; Mahallebaşı denilen semte doğru yürüyüşe geçmişti. Önü alınamaz insan selinin durdurulması pek mümkün görünmüyordu. Yaşadığım ve şahit olduğum olayda; dönemin Valisi, Kolordu Komutanı,Emniyet güçlerinin ve yine o dönemde Milliyetçi Hareket Partisi'nin İl Başkanı Cezmi Polat'ın tüm gayret ve çabalarına rağmen; kızgın kitlelerin yürüyüşü bir türlü engellenememişti
Nihâyetinde; valinin tâlebiyle olay yerine getirilen rahmetli Naim Hoca'nın kalabalıkları itidâle ve sükûnete dâvet edici caydırıcı; mutedil hoş üslûbu; telkin ve teskin edici tesirli söz ve söylemleriyle kalabalıklar nihâyet iknâ edilmiş ve neticede telâfisi mümkün olmayan muhtemel çok büyük bir facianın önüne geçilmişti. Şehrimizde çokca hürmet edilen Naim Hoca; böylece Erzurum dışında ve Türkiye genelinde de Erzurumlu Naim Hoca kimliğiyle "simgeleşen" bir "fenomen" olmuştu. Simgeleşen bu müsbet kimliğiyle hâlâ hatırlanmaya devam edilmekedir.
Peki, Naim Hoca'yı böylesine ilgi odağı haline getiren ve çevresinde adetâ bir sevgi hâlesinin oluşmasını sağlayan acaba neydi? Hiç şüphesiz; vaaz ve sohbetlerinde, beşerî münasebetlerinde; yalan, riyâ, kibir ve gösterişten uzak samimi davranışlarıydı."Büyüklüğün şanı; tevâzu, mahviyet ve terk-i enâniyettir. Küçüklüğün mikyâsı ise; tekebbür, tahakkum ve haddini aşmaktır." Derunîlik ifâde eden bu kelâm-i kibâr sözler ile insân olmanın ahlâkî ölçüleri ortaya konulmuştur. Kişiler bu değer ve vasıflar ölçüsünde yücelir veya alçalır.
Naim Hoca; Alvarlı Efe'nin berberliğini yaparak yakınında bulunmuştur. Bu vesileyle çok sevdiği ve hürmet gösterdiği Efe'nin "râhle-i tedrisi" nden geçerek feyz almış; sonradan imamlık mesleğini tercih etmiş birisiydi. Tevâzu, mahviyet ve terk-i enâniyet ölçülerinde davranışlar sergileyen; kibirden ben ve benlikten arınmış, özü sözü doğru, alabildiğine çömert ve mütevazi bir kişiliğiyle; haddini hududunu aşmayan sâde, samimi ve güzel bir insandı.
Vaaz ve sohbetlerine; mahalli aksân ile dilinde adetâ pelesenk haline getirdiği "Eziz ve möhterem müslümanlar" sözleriyle başlar; yine aynı aksân ile "Ola müslüman; ellem-gullem yok" sözleriyle sürdürürdü. ( Ola kelimesi; sayın Yılmaz'dan öğrendiğim kadarıyla, Arapça'dan bozularak dilimize girmiş, "Buraya bak" dikkat et" anlamında, özellikle Erzurum'da çokça kullanılan bir ünlem...) Mizâhî ve nüktedân bir kişiliğe sahipti. Şâir ruhluydu.Sohbetlerini şiir ve beyitlerle süslerdi. Hangi harfi işaret ederseniz o harfle başlayan onlarca şiir okurdu. İnanılmaz bir hâfızaya ve kaabiliyete sahip, nev'i şahsına münhâsır bir kişilikti. Bu farklı ve renkli özelliklerinden olacak ki; yakın arkadaşı ve dostu Mehmet Nuri Yılmaz kendisi için; "O bir âdem değil, bir âlemdi" mizâhî yakıştırmada bulunmuştu.
Seyehat ve yolculuktan oldukça hoşlanırdı. Uzun yıllar kendisine eşlik eden değerli meslektaşım Hüsamettin Yerli; gidilen her yerde; alışılmışın dışında gösterilen olağanüstü ihtiram (saygı); izzet ü ikrâmlar karşısında "Hocam; senin sakalın sakal değil, mübarek sanki Amerikan pasaportu. Başkalarına açılmayan kapılar; bizlere ardına kadar açılmaktadır." espirili sözleri; aslında Naim Hoca'ya gösterilen içten bir sevgi ve itibarın göstergesiydi.
Sigara ve çay ile adetâ hem-hal olmuştu. "Allah adama can sağlığı verecek, çay ve sigara içeceksin." Can sağlığı nasıl olacaksa? "Her gün kalktığımda içime bir sevinç doğar. Sonra aklıma gelir ve anlarım ki, buğün yine çay ve sigara içecegim." derdi. Rahatsızlığı nedeniyle hekimler kendisinden kesinlikle sigarayı bırakmasını isterler. Cevaben; "Ola müslüman, ben bu sigarayı bırakırsam ömrüm ne kadar uzayacak?" sözlerine; "Hocam ömrün süresi Allah'ın takdiri. Biz sana sadece sağlıklı hayat tavsiye ediyoruz" diyen hekimlerine; " Madem yaşım uzamayacak, öyle ise; ben de sigarayı içmeye devam edeceğim." gibi, darb-ı meselleri çağrıştıran nükteli sözleri unutulacak cinsten değildi.
Yerine göre; üslûp ve tavırlarına dikkat ve itinâ gösteren zeki bir insandı. Bu özelliğini yansıtan yaşanmış güzel bir hatıra... İran Başkonsolosluğu'nca Erzurum'da verilen iftâr yemeğine katılmıştık. 28 Şubat sürecinde tepki çeken İran Büyükelçisi ve dönemin valisi de yemeğe iştirak etmişlerdi. İftâr yemeğinin ardından Naim Hoca; amin diyerek Farsça güzel ve ahenkli bir yemek duası yaptı. Duanın ardından Elçi dahil, İranlılar'ın tamamına yakını, Hoca'nın eline eteğine sarıldılar. Kulağına eğilerek Hocam; "seni "ahund" sandılar.(Azerbaycan şivesinde ve İran'da molla, hoca") Hafiften "Ola Hazret-i Müdür; vallâhî Alvarlı'dan ezberlediğim bu duadan baska, Farsça dua bilmiyorum. Aklıma geldi ve okudum" sözleri nasıl prâtik bir zekâya sahip olduğunun işâretiydi.
Naim Hoca'nın; bazı maksatlı kişilerin yöneltiklerinin aksine; mevki ve makamı ne olursa olsun; bulunduğu tüm ortamlarda; inanç ve değerlerinden asla taviz vermeyen ve bildiği doğruları söylemekten çekinmeyen bir yapısı vardı. Atatürk,cumhuriyet ve bayrak gibi değerlere son derece hürmetkârdı. Maça gitmeyi sevdiği gibi tiyatroya gitmeyi de severdi. Ama, denildiği gibi, her sahlenen oyunu seyretmezdi. Kültür Müdürü Bilâl Bey'den, sahlenen oyunun seyredilmesinde mahzur olmadığına ilişkin teyit almadan tiyatroya gitmezdi. Yanılmıyorsam, meselâ Moliere'in "Cimri " oyununu birlikte izlemiştik.
Naim Hoca; adına üretilen "Lâf ola beri gele " kabilinde müstehcen ve argo içerikli fıkraların hiç birisi kendisine mal edilemez. Evet, meddâh vari tavır ve üslûbuyla, cemaatinin ilgisini çekmek maksadını güden; mizâhî fıkra türü eğlenceli ve neş'eli anlatımlar yapardı. Farklı bir cizgi, renk ve desen oluşturduğu doğrudur. Ama, asla ahlâka-edebe mugayir söz ve söylemlerde bulunmazdı. Zaten edebine de yakışmazdı. Önemli bir değerimiz olan Hoca'mıza etfedilen yakışıksız bu tür söz ve söylemlere itibar edilmemesi hususunda; itinâ ve dikkat gösterilmesi, her kesten çok biz Erzurumlular'ın sorumluluğu ve de görevidir.
Ölümünden kısa bir süre önce son kez ziyâretine gittim. Zaten "nâif" olan vücudu oldukça çökmüş, bakışlarındaki o tatlı tebessüm gitmiş, yüzü solmuştu. Beni görünce; "Ola Hazret-i Müdür iyi ki geldin. Beni dinle; bu tarafa artık dönüşüm yok. O tarafa gidiyorum. Sana bir şey daha söyliyeyim sigarayı da bıraktım." sözlerine; sigarayı bırakması gereken zamanda bırakmadığını ifâde ederek; "Mademki o tarafa gidiyorsun, bari gözlerin arkada kalmasın. Çok sevdiğin sigarayı içe içe git" dediğimde ise; " Ola müslüman, çıkmayan canda yine ümit var" espirisini yapmaktan da geri durmadı.
Son olararak; kardeşim dediği ÂşıkVeysel'in çok sevdiği (Âşık Veysel ve Ali Ekber Çicek'e özel bir muhabbeti vardı.) "Dost dost diye nicesine sarıldım. Benim sadık yârim kara topraktır.mısraralarıyla başlayan " Toprak" şiirini okumamı istedi. Şiirin son dörtlüğünde yer alan; "Her kim ki olursa bu sırra mazhar. Düyaya bırakır ölmez bir eser. Gün gelir Veysel'i bağrına basar. Benim sadık yârim kara topraktır" sözlerinin bitiminde; dalgın gözleri ve hafiften bir gülümsemesinin ardından helâlleşerek ellerinden öptüm. Ve son sözü "Bir daha gelme, çünkü beni bulamazsın." oldu. Cenaze namazına katılarak ebedî istirahatgâhına uğurladık.
Ruhûn şâd ve mekânın cennet olsun Hocam...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.