CHP, TBMM'nin, terör ve Suriye'deki olayları değerlendirmek üzere 124 milletvekilinin imzasıyla TBMM Başkanlığı'na başvurdu.
Suriye’deki olayların meclise görüşülmesi talebine itirazım yok.
Ancak, ‘terör’ konusunun nesi tartışılacak mecliste, tartışılmadık, konuşulmadık neyi kaldı onu anlamıyorum.
***
Meclis toplanıp ne yapacak…
Yasa mı çıkaracak, yeni stratejiler mi önerecek?
Eğer böyle yapacaksa, gizliliğe ihtiyaç var.
E kolay, ‘gizli oturum’ kararı alır, diyorsunuz!
Kavaslar sağır olmasına sağır da…
PKK’nın orada en az 20 tane kulağı yok mu sizce?
Bu mecliste ‘ivedi’ koşullu her şey görüşülebilir’ amma…’Çok gizli’ hangi konu müzakere edilebilir?
Söyler misiniz?
***
Mesele otuz senelik mesele…
Terör örgütünün genel amaçları, hedefleri konusunda bir değişiklik yok.
Zaman zaman yöntem değişikliği yapıyor, o kadar.
Otuz senedir terör örgütü diyor ki;
Ben Türkiye Cumhuriyeti Devletini tanımıyorum.
Onu yıkmak için silaha sarıldım.
Bu yola baş koydum, ant içtim.
Bu bayrak benim bayrağım değil.
Bu devlet benim devletim değil.
Silah zoruyla, terörle Güneydoğuyu bu vatandan ayırıp Kürdistan Devletini kuracağım.
Bunun için bana her yol mubah.
Bu yolda hiçbir kutsal tanımam, hiçbir kuralı iplemem.
Askere pusu kurarım, sivili kurşunlarım, bebeği süngülerim.
Otuz senedir bunu yapıyorum, yapmaya da devam edeceğim.
Mali sıkıntım yok, uyuşturucu da satıyorum, kaçak akaryakıt da pazarlıyorum, haracımı da alıyorum.
Beni destekleyen, taktik veren, eğiten, para, silah desteği sağlayan onlarca devlet var; yüzlerce vakıf, sivil teşkilat, belediye var…
***
Yani mesele bu kadar yalın, bu kadar açık, bu kadar net…
Yani terör cephesinde otuz senedir değişen fazla bir şey yok.
PKK eylemde sabit, amaçta sabit, yöntemde değişken…
***
Ama otuz senedir bizim cephenin aklı karışık mı karışık.
Şöyle bir durup düşünün.
Otuz sene içinde ‘terörle mücadele’ stratejimiz hangi aşamalardan geçmiş?
Ya da var mıydı üzerinde iyi çalışılmış stratejiler.
Köklü devlet aklından süzülmüş, kurmaylık zekâsıyla pekiştirilmiş, siyaset ön görüsüyle tahkim edilmiş bir ‘Kürt Politikası’ndan söz edebiliyor muyuz?
Demirel’in ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ açıklamasını hatırlıyorum.
Rahmetli Erdal İnönü’nün benzer beyanlarını…
Diyarbakır’da Bakanlar Kurulu toplamak ne büyük buluştu.
Mesut Yılmaz ‘AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer’ buyurmuştu da ‘Yahu şu Erzurum’dan geçen bir yol yoh mi?’ diye yazmıştım.
Bu büyük sorun karşısında devletin tutumu ‘azar azar taviz vermek’ şeklinde tecelli etti, hep…
Örgüt ise bundan cesaret alarak ‘aldıkça daha çok istemeyi’ adet haline getirdi.
***
Hele bir de ‘ya devlet başa ya kuzgun leşe’ hikmetiyle hayatında hiç tanışmamış bazı yazarçizerimiz; akademisyen mangamız var ki…
Yıllardır devletin yüzüne kurşun niyyetine mürekkep püskürtüyorlar.
Söylediklerinin özeti şudur:
‘ Terörist devletin meşru gücüne kurşun sıkabilir, devlet sıkmasın, silaha silahla cevap vermesin… Kurşun atana gül atsın… Her iki taraf da silah bıraksın…’
Bu aslında şu demek…
Orduyu terhis edelim, polisi lağvedelim…
Öyle ya silah bırakan ordunun orduluğu kalır mı?
Yahu, askere silah bıraksın, elini tetikten çeksin demekle; doktora sitetoskopunu bırak, yazara kalemini kır at, ressama fırçanı fırlat demekten ne farkı var…
Kendi milletine, ordusuna, polisine böyle düşman sözde aydın güruhundan çektiğini bu millet, yedi düvelin müstevli ordularından bile çekmemiştir.
***
Terörle mücadele elbette ayrı bir kavram, derin mesele.
Ekonomik, sosyal yönleri olan bir konu...
Devlet; teröriste kurşun; bu işlerle alakası olmayan bölge halkına hukuk, adalet, eşitlik, hizmet yağdırırsa devlettir…
Devlet, kendine çevrilen namluya, çevirenin münasip yerini kılıf yapabilirse, devlettir.
Yetmez, Devlet, 16 yaşındaki kız çocuklarını koskoca bir ordunun önüne atan sosyal, ekonomik bataklığı kurutabilirse devlettir.
***
Hakkâri’de Mehmetçiğe bomba atarken öldürülen teröristler arasında 16 yaşında sabilerin olduğunu işitince gözümde şöyle bir manzara canlandı.
Kandırdıkları çoluk çocuğun sırtından sefa süren PKK partisinin meclis baronları ile dağ kodamanları ajanslardan bu haberi alınca şu şarkıyı mırıldandılar; ‘ Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.’
Bunu işiten gözü yaşlı analar cevabı Kanuni'ce verdiler;
‘Öyle ya ne devlet sizin, ne evlat sizin!’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.