Rabbimiz buyurdu ki; “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise senin kendi nefsindendir.”(Nisa, 4/79).
İnsanoğlu ölümden asla kaçamaz, ecel geldiği takdirde kişi isterse korunaklı kalelerde saklansın, ister göklere çıkıp yıldızlara otursun ölüm gelip onu bulur.
Henüz eceli gelmeyen kişi ise cenk meydanlarının en ön saflarında çarpışıp dursa da daha görecek günleri vardır.
Onun için ölüm korkusu sebebiyle vazifeden kaçılmaz, geçici dünya hayatının fani menfaatleri için ebedi saadetlerden uzak kalınmaz.
Müslümanların iyi amellerini, başlarına gelen güzel şeyleri, muvaffak oldukları başarıları Allah’a izafe etmeleri de imanlarının icabı ve edebin bir gereğidir.
Kötü işlere, günah, masiyet ve seyyielere ise Hakk’ın rızâsı olmadığı için gönülde bunları yapmaya yönelik arzu ilâhî değil, nefsânî ve şeytânî kaynaklıdır.
İnsan kendi zaafı, kusuru, hatası neticesinde kötü bir şey işlediğinde, her ne kadar kulun iradesine uygun olarak bu fiili de vücuda getiren Allah ise de, o işin mesuliyeti kula ait olacaktır.
İnsanların yaptıkları kötü şeyleri kendilerinden soyutlayarak tamamen Allah’a atfetmelerinde hem bir sû-i edep, hem de mesuliyeti inkâr etmeye götürecek bir anlayışsızlık vardır.
Şu halde mümin her zaman güzel ameller yapmaya çalışacak ve bunu asla kendinden bilmeyecek, kötü bir iş işlediğinde de bunun kendi kusuru olduğunu anlayıp hemen tevbe edecektir.
Şüphesiz güzel ahlâkın ve adabın en güzel numûneleri, Allah Resûlü (s.a.s.)’de mevcuttur.
İnsanlık olarak şunu hepimiz idrak etmeliyiz.
Dünya gül bahçesi değil ve kimse bize cennet bahçesi vadetmedi.
Ama hayatı kendimiz ve sevdiklerimiz için cehennem karanlığına çevirmemiz de gerekmiyor. Sabırla, gayretle, azimle ve umutla hayata her an yeniden sarılacağız.
Bugün bilmeliyiz ki Rabbimiz bütün insanlığı yaptıklarının bedeli olarak adı Corona denen illet bir hasatalık ile imtahana tabi tutmaktadır.
Biz Müslümanara düşen ise bu imtahanın sebeplerini iyi analiz ederek, kendimize çeki düzen vermemiz, kaybolmuş istikamitimize geri dönmemizdir.
Düşünelim..
Kâbe / Harem-i şerif / cami kapıları neden yüzümüze kapandı?
Değil Cuma bizi kendisinden neden mahrum bıraktı?
Birlikte omuz omuza vererek kıldığımız namazlardan neden mahrum olduk?
Şahsen düşünüdüm ve dedim ki vallahi hepimiz bütün Cihan-ı alem öyle bir çığırdan çıktık ki istemedi bizi huzuruna Rabbul Alem.
Zaten gelinen noktada Corona virüsten korktuğumuz kadar Allah’tan korksa idik.
El ve vücut temizliğimize dikkat ettiğimiz kadar kalp temizliğimizede dikkat etse idik.
Virüsten korunmak için aldığımız tedbirler kadar günahlardan da korunmak için tedbir alabilse idik.
Belkide insanoğlu bu devasız dert ile imtihan edilmeyecekti.
Biz Müslümanlar olarak geçmiş Kavimleri batıran helak olmalarına vesile olan bütün günahlara battık.
Allah zinaya yaklaşmayın buyururken zinada yetmedi, livata toplum içerisinde yaygın hale geldi.
Allah fazi haram buyururken Müslüman topluluklar olarak faize bulaşmayan insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez oldu.
Allah haram yemeyin kul hakkına girmeyin buyuruken bizler öyle bir noktaya geldik ki helal haram ver Allahım bu kulun yer Allahım noktasına geldik.
Allah beytulmala ihanet etmeyin buyuruken bizler beytul malı yemeyi kendimize verilmiş bir hak olarak görür olduk.
Allah içki, kumar haram buyururken her yanımız alkol kokusu her yanımız kumarhaneye döndü.
Allah mazlumları gözetin derken bizler mazlumların sesine kulak tıkadık, mazlumların ırzına geçen namuslarını kirleten küffra baş kaldırmak yerine sessiz kalıp kendi ikbalimizin peşine düştük.
Kısacası toplum olarak nikahsız ilişkiyi meşru gösteren dizileri, günah mahşerine dönen sahilleri, fuhuş albümü medyası, zinanın alenen işlendiği otelleri, faizin ve kumarın her çeşidinin cari olduğu piyasası ile ruh kökünden koparılan Müslümanlardan olduk.
Sonuç mu?
Rabbimiz bütün insanlığı yaptıklarının bedeli olarak adı Corona denen illet bir hasatalık ile bütün kainatı imtahana tabi tuttu.
Şimdilerde Kabe i Muazzama Sessiz...
Medine i Münevvere Mahzun...
Camiler kederli..
Müslümanlar çaresiz..
Hastalık var dermansız.
Minberler öksüz..
Cumamız selasız kaldı.
Elbet Metâfı boş değildir.
Kâbe'nin, melekler pervânedir.
Hattâ Beytü'l Mâmur'a kadar uzanır tavafları.
Ancak birbirine kenetli safını' kaybeden Müslümanlar olarak kendi halimize mahzun olmalı, kederini derinden hissetmeliyiz...
Hazana dönmüş.
Hüzne kilitlenmiş gönüllerimize muhabbet kapılarını açacak bir anahtar bahşetmesi için Rabbimize yalvarmalıyız.
Hesapsız işlerimizin bakiyesi olarak gözyaşı dökmek, sıyrılarak dünya renklerinden ve kaçarak nefsin tuzaklarından günahlarımızdan arınmalıyız.
Geceleri kalkıp yataklarımızdan, bütün dünyayı arkada bırakıp, secdeye kapanıp gözyaşlarına boğulmalıyız.
Geceleri duâlar daha çok önemlidir.
Zîra Gece rûha hüzün fısıldar..
Hüzünle rùhun olur tarumar..
Allah buyurmuyor mu?
Ben hüzünlü kalpteyim ...
Allah, hüzünlü kalpte ki duâyı daha çabuk kabul buyurur....
İnşallah..
Ama yine zaaf gösteriyoruz.
Gayret, tevekkül ve teslimiyet diyoruz.
Gayret zamanında tembellik gösteriyoruz.
Tevekkülü ihmal ve rehavet zannediyoruz.
Teslimiyet zamanında da anlamsızca isyan ediyoruz.
Kaderimizin, rızkımızın ve ecelimizin değişmeyeceğini bilmeliyiz.
Tedbir alıp, Tefekkür edip, Allah’ın takdirine razı olmalıyız.
Son olarak Başta Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca olmak üzere bütün sağlık çalışanalarımıza bununla birlikte bu devletin bekası için çalışan bütün çalışanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.
Hak şerleri hayr eyler.
Zan etme ki ğayr eyler.
Ârif ânı seyr eyler.
Mevlâ görelim neyler.
Neylerse güzel eyler...
Selam, Hürmet ve Dua ile
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.