Ülkemizde Belediye yada yerel yönetim demek; Asfalt, yol, park, yeşil alan ve benzeri hizmetleri yapmak olarak algılanmaktadır.
Vatandaştaki bu algının altında yatan gerçek ise yerel yönetimlerin yani seçilmiş Belediye Başkanlarının yaptığı hizmetler yatmaktadır.
Belediyeciliği yâda yerel idareciliği yol yapmaktan, park yapmaktan, asfalt dökmekten öteye götüremeyen belediyelerin ve yerel idarecilerin halkımızda başka bir algı oluşturması da zaten beklenemez.
Bu gün gelişmiş ülkelere ve ülkemizde ki bazı büyükşehirlere baktığımızda aslında yerel demokrasinin adıdır belediyecilik ve yerel idarecilik.
Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Kayseri Büyükşehir Belediyesinin ve Seçilmiş Başkanlarının başarısının altında yatan tek gerçek yerel demokrasiyi belediye idaresine kattıkları katılımcılar sayesinde sağlamış olmalarıdır.
Yerel de demokrasiyi yerleştirmenin yâda geliştirmenin yolu da işte bu katılımcı belediyecilikten geçmektedir.
Katılımcı bir belediye tarif edecek olur isek; Yerel halkın isteklerini ve ihtiyaçlarını çeşitli organizasyonlarla ifade edebilmesini, bu organizasyonlarda yapılması gereken işlerin neler olabileceğinin ortaya konulmasını ve halkın bu işlerin getireceği maliyetlere ne ölçüde katılabileceğinin belirlenmesini içeren geniş bir kavram olarak tarif edebiliriz.
Yerelde vatandaşın taleplerinin seçilmiş idarelerce dikkate alınarak ve ortak deneyim ve fikirlerden yola çıkılarak yapılan projelerin başarıya ulaşacağını idrak etmeleri ve bu doğrultu da çalışmalar yapmaları gerekmektedir.
Böylece katılımcılık sağlanmış olacaktır.
Tabi halkın yönetime katılmasıyla ihtiyaçların belirlenmesi kadar bu ihtiyaçların maliyetlerinin belirlenmesi de önemli bir konudur.
Vatandaşları çeşitli gruplara ayırarak sözde katılımcılık yapmakla katılımcılık sağlanmaz ve bunun adı yerel demokrasi olamaz.
Gerçek manada yerel demokrasiyi sağlamak halk meclislerine katılan vatandaşların yapılan işlerin yâda üretilecek projelerin maliyetinden de haberdar edilmesi ile sağlanacaktır.
Tabi vatandaşla paylaşılan bu maliyet hesapları da sözde değil, özde maliyet hesapları olmalıdır.
Seçmen olarak yâda katılımcılar olarak her ferdin maliyet hesaplarından haberdar edilmesi şarttır ve insanların en doğal hakkıdır.
Son yıllarda katılımcı belediyecilik adına şehirlerimizde kent konseylerinin ortaya çıkması aslında önemli bir gelişmedir.
Ancak üzülerek belirtmeliyim ki adına kent konseyi toplantıları dedikleri bu sözde katılım toplantılarının yemeklerin yenilip, iki lafın belini bükmekten öteye geçmediği de ülke gerçeklerimizden biri haline gelmiştir.
Hâlbuki ülkemizde son yıllarda dünyada yaşanan gelişmelere paralel olarak kanunlarda yerelleşmeyi ve kolektif karar almayı sağlayacak değişikliklere yer verilmiştir.
Şöyle ki 2005 yılında yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanununun 13. Maddesinde;
‘’Herkes ikamet ettiği beldenin hemşehrisidir. Hemşehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakları vardır. Yardımların insan onurunu zedelemeyecek koşullarda sunulması zorunludur.
Belediye, hemşehriler arasında sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve kültürel değerlerin korunması konusunda gerekli çalışmaları yapar.
Bu çalışmalarda üniversitelerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, sendikaların, sivil toplum kuruluşları ve uzman kişilerin katılımını sağlayacak önlemler alınır’’.
Tabi biz vatandaş olarak kanunun bu maddesinden aslında habersiz olmamıza rağmen aynı maddenin şu son paragrafını her zaman bilmeden de olsa uygulamaktayız.
‘’Belediye sınırları içinde oturan, bulunan veya ilişiği olan her şahıs, belediyenin kanunlara dayanan kararlarına, emirlerine ve duyurularına uymakla ve belediye vergi, resim, harç, katkı ve katılma paylarını ödemekle yükümlüdür.’’
Yalan mı?
Diye soracak olsam.
Hep bir ağızdan doğru denildiğini duyar gibiyim.
Çünkü biz vatandaş olarak diğer borçlarımızı azda olsa ötelesek de devlete olan Su, Elektrik, Emlak vergisi ve benzeri faturalarımızı zamanında ve gününde yatırırız.
Belediyeciliği de borçlarımızı ödediğimiz, yollarımızın ve kaldırımlarımızın yapılmasını beklediğimiz bir kurum olarak görüyoruz.
Yine aynı Kanunun 77. Maddesinde ‘’Belediye; sağlık, eğitim, spor, çevre, sosyal hizmet ve yardım, kütüphane, park, trafik ve kültür hizmetleriyle yaşlılara, kadın ve çocuklara, özürlülere, yoksul ve düşkünlere yönelik hizmetlerin yapılmasında beldede dayanışma ve katılımı sağlamak, hizmetlerde etkinlik, tasarruf ve verimliliği artırmak amacıyla gönüllü kişilerin katılımına yönelik programlar uygular.’’
Denilmesine rağmen vatandaş olarak biz bunlardan haberdar edilmeyiz.
Haberdar edilsek de değişen bir durum olmuyor.
Bana göre adı;
Kent konseyi olsun,
Çocuk meclisi olsun,
Halk meclisi olsun,
Mahalle meclisi olsun,
Kadın meclisi olsun.
Kısacası ne olursa olsun.
Bu meclislerin tamamı sadece kâğıt üzerinde isimlerden ibarettir.
Bu meclislere katılanların aldıkları kararların tamamı bazı belediyelerde ki bazı ağa babaları tarafından yok hükmünde sayılmaktadır.
Çünkü
Kadınlar Meclisi; Erzurum deyimi ile tentene dokumadan,
Çocuklar Meclisi; Başkandan alınan birkaç oyuncaktan,
Mahalle Meclisi; Yalaka tayfası ile başkanların karşılıklı limonlu çay içerek iltifat yağdırmalarından öteye geçmemektedir.
Bu toplantılar da birinin kalkıp belediyenin gelirini, giderini ve harcamasını sorması demek bazı başkanların etrafında dolaşan kraldan çok kral olanlar tarafından hainlik damgasının tarafınıza vurulması demektir. Bizden söylemesi..
Sonuç olarak umuyorum ki 30 Mart yerel seçimleri ile ülkemizde ve şehirlerimizde özelliklede memleketim Erzurum da yerel demokrasinin kuvvetlenmesine katkı sağlayacak düşüncelere sahip insanların seçilmesidir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.