Bizden önceki nesillerden emanet aldığımız tarihî ve kültürel varlıklarımızın korunması, yaşatılması, sonraki nesillere yok edilmeden devredilmesi; insani bir sorumluluk olduğu kadar, kültürel kimliğimizi yaşatmamıza da önemli ölçüde katkı sağlayacaktır. O muhteşem eserleri yapanlara, o dönemin sanatına, estetik anlayışına, emeğine, inancına, değer yargılarına; kısaca kültürüne saygının da bir gereğidir bu yükümlülük. O dönem dediğimiz, bizim kaybetmek istemediğimiz kültürümüzün de temelleri değil mi?
O kültürel varlıkları korumak için ne yapabiliriz?
Vakıflara tahsis edilen bütçe yetersiz, doğru; ama bütçe harici imkânlar da var. Kullanıldığında bütçe ile yapılandan çok daha fazla iş yapılabiliyor. Hem devlet, hem vatandaş kazançlı çıkabiliyor. Üstelik tarihî ve kültürel varlıklarımız da yıkılmaktan, yok olmaktan kurtarılıp korunuyor. Bir taşla bir değil, iki değil, tam üç kuş.
İmrenerek okuyoruz basından:
“Bursa’da üç önemli eserin restorasyonu sponsorluk ve yap işlet devret yöntemi ile gerçekleştirilecek.”[1]
“İzmir ve Manisa’da çok sayıda tarihî eser restore et işlet devret yöntemi ile ayağa kaldırıldı.”[2]
Daha uzatabiliriz. Çok kısa bir internet araştırması ile bu tür haberlerin yüzlercesine ulaşabiliriz. Ülkemizin birçok bölgesinde, şehrinde çok güzel örnekleri var, ama genellikle o bölgelere ait mahalli basında yer aldığı için pek haberimiz olmuyor.
Sponsor olan kuruluşlar, kültürel varlıklarımızı restore etmek, korumak ve şehrimize kazandırmak için yaptıkları harcamaların tamamını vergi matrahından düşebiliyorlar.
Yap işlet devret yönteminde ise hepimizin bildiği gibi; onarımı veya restorasyonu üstlenen firma belirli bir süre o tesisi işletiyor, oradan para kazanıyor ve yaptığı onarım masraflarına göre önceden belirlenen sürenin sonunda kültürel varlığı sağlam olarak devlete teslim ediyor.
Bizim memlekette bunların yapıldığını duyan var mı?
Biz ne yapıyoruz? “Tarihimiz elden gidiyor, eyvah!” diye sadece dövünüyoruz.
Gerçi dövünmek, umursamazlıktan iyidir ama tek başına işe yaramadığı bir gerçek. Mutlaka anlamlı ve gerçekçi adımlar atılması gerek.
Sadece sponsorluk veya yap işlet devret yöntemi de yok kültürel varlıkları kurtarmak ve korumak için.
Sponsorluk gönüllülük işi olduğundan; sponsor bulunamadığında da kültürel varlıkların korunabilmesi için kanun koyucu ilave yöntemler de öngörmüş. Bu konuda en büyük yetki ve görev yerel yönetimlerde; işin mali yükü de vatandaşın omuzunda.
Örneğin; ödediğimiz emlak vergilerinin yüzde onu kadar bir tutar daha bizlerden tahsil ediliyor. Adı da “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı”.
Ne için yapıyoruz bu ödemeyi?
Taşınmaz kültürel varlıklarımız korunsun diye.
Üstelik bu yaptığımız ödemeler genel bütçeye de gitmiyor. Yani hemen aklımıza gelebileceği gibi bütçe açığını kapamada kullanılmıyor. Bu paralar tahsil edildiği şehirlerde kalıyor ve kullanılıyor.
Bağışlayın ama ben çok merak ediyorum. Erzurum’da bahsettiğim şekilde emlak vergisi ile birlikte ödediğimiz yüzde onlar yıllık ne kadar oluyor ve nerelere harcanıyor?
Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün yaptığı restorasyon ve bakım onarımlar haricinde; her yıl, makul miktarda kültürel varlığımızın restore edilerek şehrimize kazandırıldığını göremiyorsak; o tahsilatı ödeyen biz vatandaşların, bu paraların nerelere harcandığı konusunda yerel yönetim yetkililerden mantıklı ve anlaşılır açıklama beklemeye hakkı var sanıyorum.
[1] http://www.restoraturk.com/koruma-ve-restorasyon/358-bursada-3-onemli-tarihi-eser-restore-edilece-.html
[2] http://www.haberler.com/vakif-eserlerine-yap-restore-et-islet-devret-4891173-haberi/
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.