
YÜREKTEKİ ATATÜRK’Ü SİLEBİLİRMİSİNİZ?
Değerli okuyucularım,
Türkiye’nin gelişmesini büyümesini istemeyen birileri yada bölmek isteyen zatı muhteremler önlerinde en büyük engel olarak Atatürk’ün manevi kişiliğini görürler. Yüreklerde Atatürk sevgisi oldukça bu zatı muhteremler amaçlarına ulaşamazlar.
Atatürk’e yapılan saldırıların yalnızca ona değil, büyük önderin yüce anısına Türk ulusuna, Türk yurduna ve Türk Devleti’ne saldırıdır. Bu nedenle saldırılar sıradan bir karalama kampanyası değildir.
Bütünlüğümüzle, yönetim biçimimizle, ulusal kimliğimizle, ulusal güvenliğimizle ve geleceğimizle doğrudan ilgili olduğundan ülkemiz için yaşamsal önem taşımaktadır.
Bu saldırılar yalan iftira uydurmadır. Hayal güçlerini kullanıyorlar. Amaçları Türklüğü ve Atatürk etkenini yok etmektir.Atatürk’ü bütün yönleriyle karalama,O’na çamur atma çabasından başka düşünceleri yoktur.
Doğumundan mezarına varana dek bütün yaptıklarına ve her durumuna yönelik iftira
üretilmiştir.
Ürettikleri iftiralarla genç beyinleri kirletiyorlar, etki alanlarına aldıkları kişilerde
Atatürk’e ilişkin kuşkular daha da çoğalmış oluyor.
Toplumumuzda inceleme araştırma alışkanlığı maalesef olmadığından kulaktan dolma duyumlar ile işin kolayını seçerek yani inceleme araştırma okuma gibi alışkanlığımız olmadığı için söylenenlere inanarak (işin kolayına kaçarak) bu kuşku düşmanlığa dönüşüyor.Tabi ki bilinçsizce.
Bu bilgisizlik ve bilinçsizlik onların işine yarıyor ve amaçlarına ulaşmış oluyorlar.
Şu iftiraları birlikte bir gözden geçirelim.
- Atatürk Kürtlere Özerklik verdi iftirasını anımsayalım.
Damat Ferit Paşanın ve Padişah Vahdettin’in, Atatürk'e hazırlamış oldukları bir oyundur.
12 Eylül 1919’da İstanbul Hükümeti ile İngiltere arasında gizli bir antlaşma imzalanır ve sekiz maddelik anlaşma maddelerinden üçüncüsü şöyledir:
Türkiye bağımsız bir Kürdistan kurulmasına karşı çıkmayacaktır, anlaşmanın altında Damat Ferit’in imzası vardır.
Anlaşma’nın esas önemi Damat Ferit’ Türk milli hareketine karşı Kürt ayrılıkçılarıyla uzlaşıp ve Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmasını saptamasıdır. Aslında bu oyun Damat Ferit’ in sonunu getirir.
Kabine değişikliği ile Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulur. Bu değişiklik son derece önemlidir çünkü Kürt milliyetçiliğinin ve ayrılıkçılığının önü kesilecektir.
Amasya Görüşmeleri bunun ilk safhasıdır. Kürtlere özerkliğin ilk belgesi imiş gibi sunulan Amasya Görüşmelerinde şu karar alınmıştır:
“Beyannamenin 1. maddesinde Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırı Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılması imkansızlığı izah edildikten sonra, bu sınırın asgari bir istek olmak üzere elde edilmesinin temininin lüzumu müştereken kabul edildi. Bununla beraber, yabancılar tarafından görünüşte Kürtlerin bağımsızlığı maksadı altında yapılmakta olan tezvirlerin önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi uygun görüldü.”
Tutanaktan da anlaşılacağı üzere Ankara ile İstanbul’un yeni hükümeti, Kürt ayrılıkçılığına karşı ortak bir karar almışlar ve kurulacak ya da kurtarılacak devletin sınırlarının Kürtlerin oturduğu araziyi de kapsadığını belirtmişlerdir. Bu tutanaktan çıkacak sonuç, Kürtlerin oturduğu arazide ayrı bir devlet ve özerklik hakkının bu tutanakla reddedildiğidir. Ama ne hikmetse gördüğü her Kürt kelimesini özerkliğe yoran tarih heveslisi bir kısım hukuk asistanı bunu tam tersine yormaktadır.
Amasya görüşmesinin teyidi ise Misak-ı Milli’dir. Misak-ı Milli ise, özerklik değil ulusal bir devlet programıdır. Kuvayı Milliye’nin bu ilk belgesi, aynı zamanda İstanbul Meclisi’nin son kararında özerklik yoktur!
Milli Mücadele’nin Kürtlere özerklik vereceğini söyleyenlerin iddiası aynı zamanda son derece yanlıştır. Kürtler bağımsızlık ve özerkliği zaten Sevr ile kazanmışlardı. Sevr’e karşı çıkan bir hareketin Sevr’de dayatılan bir maddeyi savunması olacak iş değildir!
Kaldı ki ne Erzurum, ne Sivas Kongrelerinde de bu yönde alınmış bir karar vardır. BMM’nin bu yönde aldığı bir karar da yoktur. Özerkliği savunan bir hareketin bunu bir karar olarak duyurması gerekirdi. Mustafa Kemal gizli bir Kürtçü değildi! Atatürk hem tek bayrak diyecek hem de Kürtler kendi kendini yönetsin diyecek kadar hain değildi.
Mustafa Kemal’in Kürtlere özerklik vereceği uydurmasının kaynağı ise doğrudan İngilizlerdir!
İngilizlerin Kürtlere özerklik uydurma raporunu aşağıda gözden geçirelim.
-Görüşmeler sırasında Kürtlere özerklik verilen bir karar alınır.
- Uygarlığın gereklerine uygun olarak Türk milletinin ilerlemesini sağlamayı hedefleyen BMM, ulusal gelenekleriyle uyum içinde, Kürt milletinin özerk yönetimini kurmayı üzerine alır.
- Çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bu topraklar için Kürt ileri gelenleri tarafından bir genel vali, vali yardımcısı ve bir müfettiş seçilebilir.
- Kürt ulusal meclisi doğu vilayetlerinde kurulacak ve 3 yıl için oluşturulacaktır.
- Özerk yönetim Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetleri, Dersim sancağı, bazı nahiye ve kazaları içine alacaktır.
Uydurma kanun tasarısı İngilizlere göre kabul edilmiştir!
-Ancak İngiliz raporlarının gösterdiği 10 Şubat 1922 tarihinde anılan gizli oturum yoktur!.
TBMM Gizli Celse Zabıtları yayınlanmıştır ve orada böyle bir gün yoktur!
Çünkü anılan bu maddeler Sevr’den bir farkı yoktur. Kaldı ki Koçgiri isyanını bastıran bir Meclis’in bu kararları alması da mantığa sığmaz. Çünkü bu kararları alacak Meclis, mantıken isyancılarla anlaşır ve istenilen bu hakları verirdi.
İngilizler yetmedi bir de Perinçek;
Atatürk’ün Kürtlere özerklik vereceğine ilişkin ikinci bir iddia ise İngilizlerden sonra Perinçek’ten gelmektedir. Atatürk 16-17 Ocak 1922 tarihinde çıktığı İzmit seyahatinde gazetecilerin sorularını yanıtlar. Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın “Kürtlük Sorunu nedir? Bir iç sorun olarak değinmeniz iyi olur.” sorusuna şu yanıtı verir:
“Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarı için kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü, bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri öylesine yerleşmişlerdir ki, sınırlı yerlerde yoğun olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını da kaybede kaybede Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi mahvetmek gerekir.
Perinçek ve adı lazım değil olan İmralılı sadrazam Abdullah Öcalan , Atatürk’ün bu demecini Atatürk’ün özerkliği savunduğunun kanıtı olarak belirtir. Oysa Uğur Mumcu’nun da belirttiği gibi Mustafa Kemal özerklikten değil bir çeşit özerklikten bahsetmektedir. Bu ise, 1921 Anayasasına göre illerin manevi kişiliğe ve özerkliğe sahip olmaları maddesiyle uyum içindedir.
1921 Anayasasının 21. maddesi şöyledir:
“İl yönetimi yerel işlerde manevi kişilik sahibidir ve özerktir.”
Buradan da anlaşılacağı üzere Atatürk, Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesinden değil illerin kendilerini yönetmesinden bahsetmektedir. Zaten Kürtlerin yoğunluğundan bahsetmesi de bu nedenledir.
Aslında Atatürk’ün bu açıklamasının özerklik için değil tam tersine Kürt sorununun kabul edilmemesi için bir dayanak olarak gösterilmesi gerekmektedir. Gerçekten de bu açıklamasında Atatürk, Kürtlüğü reddetmekte, dahası Kürt sorununu kabul etmemektedir!
Dahası açıklamaların devamında Lozan’da tartışılan Musul meselesi ele alınmakta ve ifadesi şöyledir.
“İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Buna engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir.”
Yani Atatürk bizim sınırlarımız içindeki Kürtlerin olası bir talebine karşı olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmekte bu nedenle de Musul’u vermemeyi savunmaktadır! Nitekim Lozan’da Türkiye, Kürt meselesinin konuşulmasını dahi kabul etmemiştir! Çünkü Türkiye için artık böyle bir mesele yoktur!
- Mustafa Suphi’yi Atatürk Öldürdü iftirası,
Türklük karşıtı, Turancılığı bir hayal eden Mustafa Suphi ,Ruhsal bozukluğu olan bir kişiliktir.
Mustafa Suphi Enternasyonalist değil, Turancıdır. Sultan Galiyev ile yakın ilişki içerisindedir. Orta Asya da ki Türk yurtlarının bağımsızlığı için çalışan Turancı Mustafa Suphi’yi Atatürk neden öldürtsün?
Turancılığı benimseyen Mustafa Suphi , Mart 1919’da Komünist Enternasyonal’in Birinci Kongresi’nde Ermenilerin Türk emekçisini, Türk fukarasını ve köylüsünü katlettiğini söylemekten çekinmeyen, her fırsatta Moskova’yı Taşnak ve Kürt aşiret örgütlerine karşı Ankara’yı desteklemeye ikna etmek için uğraşan, yayınladığı bildirilerde; “Emperyalistler hesabına Anadolu’yu arkasından vurmaya hazırlanan, alçak Taşnakların nasıl Anadolu’nun azimli ve imanlı ordularınca ezildiğini” anlatan, Türk birliklerinin 28 Eylül 1920’de Ermenistan’a doğru başlattığı taarruzu destekleyen, üstelikte Ermenistan’ı her zaman için Anadolu Türklüğü ile Rusya’daki Türk halkları arasındaki bir engel olarak gören birisini mi Atatürk öldürtmüş tür? Mustafa Suphi aslında bir vatan hainidir ve Atatürk Meclis toplantısında açıklamıştır.
-Atatürk Din Karşıtıydı, Ezanı Türkçe Okuttu, Tekke Ve Zaviyeleri Kapattı, Bir Sürü Müslümanın Canına Kıydı.
Yalan iftiranın da böylesi görülmemiştir. Atatürk'ün Ezanı Türkçe okutması sebebi şudur.Osmanlı döneminden Türkiye Cumhuriyetine geçişte dilimiz Türkçe değildir Osmanlı döneminde Osmanlıca, Arapça ve Farsaça konuşuluyordu.Türk dili kabul edildikten sonra Türk halkının ezanın anlayacağı dilde okunmasını istemiştir. Ezan illa Arapça okunacak diye bir kural yoktur.Her ülke kendi dilinde ibadet yapabilir. İslam Arap topraklarında ortaya çıkan ezanın Arapça okunmasını gerektirmez. Ezan her dile çevrilebilir ve okunabilir.
Tekke ve Zaviyelere gelince; Bu kurumların gerici olduğu ve düşmanla işbirlikçi olan vatan hainleri yüzünden kapatılmıştır.
Dincilerin bir diğer yalan ve iftirası da Atatürk'ün Müslüman katili olduğunu sanmalarıdır.
Karalamaları gerekiyor ki istediklerini elde etsinler. Atatürk Müslümanların değil, yobazların karşısındadır, eğer o Müslüman dediğiniz hainler, Atatürk ile Kuva-i Milliyetçiler ile birlik olup ta ortak düşman olan İngilizlere karşı savaşmak yerine, ortak düşman İngilizlerle ve onların maşası Yunanlılarla birlik olup, Yunan ordusunun askeri eğitim kamplarında eğitim görüyorlar, daha sonrada aldığı eğitimleri pratiğe dökerek isyanlar çıkarıyor, Aydın bir Öğretmen olan Asteğmen Kubilay’ın başını kesmekten çekinmiyorlarsa bunların öldürülmelerine üzülenlerde haindir bence. Devlete hainlik etmenin cezası tabiî ki idam olmalıdır.
Değerli Okuyucularım,
Hep kendi kendime sorguladığım bir düşüncemi de sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim. Atatürk Müslümanlığa karşı olsaydı (olması da mümkün değildir çünkü hafız soyundan gelen biridir ) kurtuluş savaşından sonra niçin Türkiye Cumhuriyetini kursun ve niçin Müslüman bir ülke olarak ilan etsin.
İstediği rejimi ve istediği bir dini uygulayabilirdi.
Saygılarımla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.