
Mehmet Uzun
BİZİM ORALAR
Havalar ısındı mı yüreğimde ısınır, yanar adeta.
Kör olası yine aklıma gelirsin, yine planlar hesaplar kitaplar.
Üçle beşi çarparım olamaz, rakamlar acımasızdır işin kolayına kaçarım.
Dalarım hayallere, kah mesire de, kah guloğun bağında arşınlarım.
Her bir yanını çabuk çabuk acele, çünkü uyanmaktan korkarım.
Ayağım kayar Gavara düşer, çorabım ıslanır. Ama ben hissetmem.
Bağa giderken ayağıma taşlar batar, acımaz sanki bizim oraların
taşları bir başkadır. Batmaz, yumuşaktır sorma gitsin.
Sularından içerim kana kana avuç avuç bardaksız depozit vermeden.
Arıtmasız…
Dut yerim, bir dutun dalından kimin diye sormam. Orada kim yoktur.
Hepsi benimdir, senindir, bizimdir…
Musalla taşında ‘helal olsunu’ çektik mi ne Sinor geçmemiz kalır aklımızda,
ne tumptaki komşunun dutlarının hakkı.
Çünkü bütün yapılanlarda art niyet yoktur, iç hesap yoktur.
Mecburiyet vardır, çaresizlik vardır.
Teknolojinin kralını getirsen, sizin dutun dallarıyla, bizim dutun dallarını birbirinden ayıramazlar. Çünkü onlar dosttur.
Kardeştir, tıpkı bizim dut yerken ayırmadığımız gibi…
Ah ah bin tane yönetmen gelse, bin senaryo yazsalar, bin tane filim çekseler,
Gece sularında, Galdavar’ın bacasında uyumanın kral süitlerinde uyumadan daha zevkli, daha acı, daha dramatik olduğunu anlatamazlar.
Anlatamazlar, tandırın üzerine konulan kürsünün altına girip ısınmanın, en modern klimadan da daha orijinal olduğunu.
Küvlenin, Hetirceyin çevirisini yapsınlar da göreyim boylarını. Ama bizim yaştakiler kitabını yazarlar bütün bunların.
Anlayan olsa, Nobel ödülünü bile verirler. Velhasıl artık bunlar hayal, bunlar nostalji. Ama yinede bunlara rağmen iyi ki orada doğmuşum.
Ama bu çarpık gelir dağılımında söz sahibi olanları lanetliyorum.
Çocukluğumuz bayramlarda, seyranlarda hep babasız geçmiştir.
Bugün esemesi bile olmayan kenarları mavi kareli zarflardaki mektuplarda az mı göz yaşı dökmüşüz. Az mı gurbetten gelenleri dört gözle bekleyip, babam acaba ‘Gab’ yolladı mı? diye meraktan ölmüşüz o çocuk halimizle.
İtiraf edeyim ki o yokluk, o çaresizlik yoğun olduğu yıllarda insanlarımız daha doğal, daha içten, daha samimiydi. Eğer medeniyet iki adım ötemizde bir yakınımızla, bir komşumuzla, bir köylümüzle selamlaşmaya engel oluyorsa, ben kenarları mavi kareli mektupların okunduğu, birbirlerine gidip geldiği sevdiği azda olsa paylaştığı iki parmağının arasına sigara kağıdını yerleştirip arasına tütün koyup demsiz kıtlama çayların içildiği dönemleri daha anlamlı, daha doğal buluyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.