
Ömer Faruk Kızılkaya
İNADINA: YAŞASIN CUMHURİYET!
Bugün 29 Ekim. Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamanın heyecanını ve gururunu yaşıyorum, ülkemdeki bütün vatan evlatları gibi…
Bugün cumhuriyet düşmanlarının bazı paylaşımlarını görünce bu yazıyı kaleme almayı düşündüm. Cumhuriyeti bir de benden dinleyin:
Üç dört sene evvel Erdal GÜZEL vesilesiyle şehrimizdeki Afgan sığınmacılarla ilgilenmeye başlamıştım. On sekiz yirmi yaşındaki genç kadınlardan ninelere kadar bir sürü dul kadın gelmişti çoluk çocukla… Kocaları öldürülmüş veya çeşitli şekillerde alıkonulmuş kadınlar, ne zorluklarla buralara kadar gelmişti... Ev ev gezip, ihtiyaçlarını tespit edip yardımlarına koşmaya çalışıyorduk. Birkaç kere yardım götürdüğümüz evlere zamanla bazı erkeklerin konduğunu gördük. Bir parça sabisi için nelere katlandıklarına şahit oldum o insanların. O zaman daha iyi anladım özgürlüğün ne demek olduğunu. Özgür olmayan bir milletin ne dini oluyor ne de namusu!
Bundan 25- 30 sene öncesine de gitmemiz lazım: Azerbaycan’da, Hocalı’da yapılan Ermeni zulmünü bilmeyiz biz. İsteyen varsa sansürsüz görüntüleri göndereyim. Namusu kirletilmiş kadınları, kurşuna dizilmiş yaşlıları, katledilmiş çocukları görün. Damarlarınızda akan, Türk-İslam kanıysa gözyaşlarınıza hakim olamazsınız.
Sırpların Bosnalı kardeşlerimize yaptıkları ile ilgili o yıllarda bir olay anlatayım:
Tortum Lisesinin konferans salonunda “dinsiz” denilen Mustafa Kemal’in kurdurduğu Diyanet İşleri Başkanlığından bir grup görevli gelmiş, Bosna’daki kardeşlerimize yardım toplamaya çalışıyor, orada olanlarla ilgili kendilerine yazılan mektuplardan birkaçını okuyorlardı. Bir mektup 13- 14 yaşlarında beynime öyle işlenmiştir ki geçen 24-25 seneye rağmen aklımdan hiç silinmedi. Şöyle yazmıştı Bosnalı bir kadın:
Kocam cepheye gitti ve Sırplar bulunduğumuz köyü bastı. Çocuğumu gözümün önünde kesip, etinden köfte yaparak bana yedirdiler. Sonra da sırayla ırzıma geçtiler. Şimdi onların p…ini karnımda taşıyorum. Allah rızası için fetva verin, intihar edeyim. Savaştan sonra ortaya çıkan toplu mezarlar, kâfirin zulmünün ve kininin nasıl bir şey olduğunu göstermeye yetiyordu.
Anlamayanlara biraz daha örnek vereceğim, zira suya sabuna dokunmadan temizlik olmuyor!
Kıbrıs’ta Rumların ettiklerini 50 yaşının üstünde olanlar bilirler.
Ben biraz daha eskiden, 100 sene öncesinden, Erzurum civarında Ermenilerin yaptıklarından bahsedeyim. Hazır bugünlerde Azerbaycan’dan ötürü milliyetçi bir rüzgâr eserken Ermenileri küstürmemek için yumuşak ifadelerle anlatılan işgal yıllarındaki olayların anlatılmayanlarını anlatayım: (1910-1922 yılları arasında Ermeni çetelerin yaptığı katliamlar Başbakanlık Devlet Arşivleri tarafından ortaya çıkarıldı. Belirlenebilen bilgilere göre, Ermeni çeteleri Anadolu`da 523 bin 955 Türk`ü katletti (İsteyene tarih- yer ve sayı içeren listeyi verebilirim.)
Peki, bu katliamların Erzurum’daki boyutu hakkında bilginiz var mı?
Örneğin Dağ Mahallesi’nin altında Yanıkdere’de yirmi günde katledilen 3 bin Müslüman’ı bilir misiniz? Orada bir anıt var ve oraya anmak, Fatiha okumak için değil; içki içip fuhuş yapmak için gidiliyor. Haberiniz var mı?
Değerli hocam Prof. Dr. Muammer Demirel’in 1996 yılında Genel Kurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan “Birinci Cihan Harbi’nde Erzurum de Çevresinde Ermeni Hareketleri” isimli eserinden bir bölüm aktaracağım hürriyetin ne olduğunu anlayalım diye:
Rus Kafkas Ordusu Komutanı General Odişelidze, Ilıca'dan kaçamayan Türklerin tamamının katledilmiş olduğunu ve kör baltalarla enselerinden kesilmiş birçok çocuk cenazesi gördüğünü itiraf etmiştir. (1)
Ilıca katliamından sonra Erzurum'a gelen Rus Yarbay Girgaznof'un, Twurda Klebof'a anlattığına göre, köylere giden yollarda organları tahrip edilmiş İslam cesetleri çoktur ve buralardan geçen Ermeniler bunlara tükürür ve küfrederlermiş. Ilıca'da 12-15 sajes köşeli bir cami avlusunda iki arşın (yaklaşık iki adam boyu) yüksekliğinde cenaze yığılmıştır. Bu cenazeler arasında her yaşta kadın, erkek ve ihtiyarlar vardır. Kadın cenazelerinde zorla tecavüz eserleri pek açık bir halde idi. Birçok kız çocuklarının tenasül mahallerine tüfek fişeği sokulmuştu.
Yarbay Giryaznof, Ermeni kıtalarında telefonculuk eden iki Ermeni kızını çağırarak bu Ermeni vahşetini gösterdiği vakit, kızlar müteessir olacakları yerde sevinçle gülmüşlerdir.(2)
Alaca Şehitliği’nde yazan yazıyı merak edip hiç okudunuz mu?
Gelelim cumhuriyetin neden kurulduğuna:
Malum, İstanbul 16 Mart 1920 tarihinde işgal edildi. Dolayısıyla padişah ve İstanbul Hükumeti bir nev’i esir durumuna düştü. Onların artık ülke lehine verebilecekleri kararları ve yetkileri kalmamıştı. 19 Mayıs 1919’tan beri verilen mücadeleler, Anadolu’nun kurtuluşu için tek çare durumundaydı. Nitekim Büyük Taarruz ile son hamle yapılmış ve artık düşman denize dökülmüştü. Ülke, geri kazanıla kazanıla bugünkü haritasına (Hatay hariç) kavuşmuştu. Ama bu Padişah kontrolündeki İstanbul Hükümeti’nin gayretleriyle değil, Mustafa Kemal liderliğindeki milis kuvvetlerle olmuştu. Bu saatten sonra İtilaf Devletleri’nin elindeki Padişah’a yönetimi teslim etmek bütün mücadelenin boşa verilmiş olması demek olacaktı.
Cumhuriyet neden kuruldu, bir proje miydi?
Osmanlı Devleti, birilerinin iddia ettiği gibi bir proje sonucu yıkılmadı,aksine bir mecburiyetti. Zira bugün işleri iyi gitmeyen bir işletme, iflasını verip başka bir isimle açılmıyor mu? Onun gibi düşünün. Osmanlı Devleti'nde Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1535'de ilk kez padişah fermanıyla Fransızlara kapütilasyonlar verildi. 1569, 1581, 1597, 1614, 1673 ve 1740 yıllarında yeni kapitülasyonlar verildi. 1740 kapitülasyonlarıyla, Fransa'ya tanınan haklar daha da genişletildi, diğer batılı ülkelere de aynı hakların tanınması kabul edildi. 1740 kapitülasyonlarından sonra Osmanlı sınırları içerisindeki yabancı devletlere çok geniş ticaret yapma olanakları sağlandı, hatta bu haklar sayesinde İstanbul'da yabancı postaneler açıldı.
Sevr Antlaşması'nın imzalanmasıyla kapitülasyonlardan yararlanma hakkı Yunanistan ve Ermenistan'a da verildi; yabancı gemilere, Türk gemilerine tanınan bütün hakların tanınması kararlaştırıldı. 22 Mart 1922'deki Sakarya Zaferi'nden sonra Paris'te toplanan İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanları Konferansı’nda ise İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Türkiye ve kapitülasyonlardan yararlanan öbür devletlerin katılmasıyla kurulacak bir komisyonca kapitülasyon hükümlerinin gözden geçirilmesi konusunda karara varıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda masada mağlup olunca savaş tazminatları da boynumuza bindi. Osmanlı’nın diğer borçları ve yaptığı antlaşmalar da diplomatik olarak ülkeye hareket alanı bırakmayacak nitelikteydi. Hal böyle olunca eski işletmenin iflasını verip sıfırdan bir dükkân açmak zorunlu hale gelmişti. Osmanlı’nın borçları yeni devlet tarafından ödendi. Verilen kapitülasyonlar, Lozan Barış Antlaşması’yla yürürlükten kaldırıldı. Antlaşmalar da Osmanlı Devleti ile yapıldığı için yeni ülkeyi ilgilendirmiyordu. Yine de genç cumhuriyete büyük külfetler getirmişti.
Yani diyeceğim o ki: Cumhuriyet büyük bir Osmanlı’yı yıkmak için bir kılıf değil, bir mecburiyetin sonucudur. Zaten Osmanlı da artık eski büyüklüğünü kaybetmiş, başkentini işgal ettirecek kadar geri gitmişti.
Bu sözüme karşı hilafeti sorgulayacak olan kardeşlerime de Osmanlı padişahlarının halifeliği çok da aktif kullanmadıklarını hatırlatırım. Zaten öyle olsaydı Müslüman topluluklar tarafından yalnız bırakılmazdı. Olayları, bugünkü şartlarla değil, o zamanki şartlarla değerlendirirseniz ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Eğer bilgisizseniz okur, öğrenirsiniz. Hain veya cahilseniz geçmiş olsun. Sizler için yapılabilecek bir şey yoktur. Bugün FETÖ’nün ihanetini hazmedemeyenlerin o dönemdeki ihanetleri görmezden gelmeleri de ayrıca bir çelişkidir. Eğer tecavüzlerden arta kalan kripto Ermeni veya cahil değilseniz cumhuriyetin coşkusunu yaşayın ve onu yaşatmak için mücadele edin. Çünkü o şanlı direniş verilmeyip o zaferler kazanılmasaydı ve bu cumhuriyet kurulmasaydı hepimiz bir esirdik veya hiçbirimiz yoktuk. Yukarıdaki olayları yaşamıyorsak cumhuriyet sayesindedir.
Kaynaklar:
- Aslen bu köylü olan Köseoğlu Cafer, Erzurum’un kurtuluşundan beş hafta sonra buraya gelmiş ve mektubunda bunları yazmıştır. Köseoğlu Cafer (Erçıkan);Kurtuluşun Beşinci Haftasında ...,a.g.e.,s.300
- Garbî Dersim Milisleri Kumandanı Halit Bey ,2nci Kafkas Kolordusu süvari Alayı’ndan gelen raporu4.3.1334’de 9uncu Kafkas Fırkası Komutanlığına bildirmiştir.A.g.a.;K.4839,D.11-277,F.16/8
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.